Kekik kokuları arasında, rengarenk laleler her yerden göz kırpıyorlardı, gel,gel, ben güzelim, beni al, beni yanında götür der gibi. İçim içime sığmaz halde lalelere koşuyor, onları seviyorum, onları eve götürmeli gözümün önünde bir yere koymalıydım. Nasıl olsa burada da kalacağı günleri sayılıydı, işte o sayılı günlerini benimle geçirmeli diye düşündüm. Avuçlarımda birikmeye başladılar, ayrı ayrı duran laleler bir arada avuçlarımda ne güzel duruyorlardı. Kırmızı, beyaz, mor, pembe, lila, krem renkleri bir arada ne güzel oldular. Bir an düşündüm dünyada acaba başka hangi renklerle yaşayan kardeşleri nerelerdedir diye. Bir yerde okumuştum, güzel dağ lalelerimize anemon diyorlardı, kim, ne zaman, niçin anemon adını koymuştu acaba? Benim ülkemin dağlarının özgür lalelerine aşığız, çocukluğumuzda okul gezilerimizde pikniklerde baharın gelmesi ile ilk onlarla tanışırız bizler, sonra papatyalarımız gelirler, ilkbaharın müjdecisidirler. Kışın soğundan sonra nasılda içimizi ısıtırlar ilkbaharda, şimdi birşeyi fark ettim laleler ilkbahar gibi sonbaharda da çiçekleri ile ruhlara sevinç veriyormuş. Ellerimde laleler, poşet torbalarımızda taze dalından koparttığımız mis kokulu kekik dallarımızla yavaş yavaş inişe geçmeye başladık, saatlerin nasıl geçtiğini anlamamıştık, biz geziyoruz fakat evde acıkan ve bizi bekliyen evin erkeği aklımıza geldi bir anda. Dönmeliydik, temiz hava bizide acıktırmıştı, yemek sonrası güzel bir çay demleyip yemyeşil doğayı seyrederek çayımızı içmeliydik, işte o an koşarak inmeye başladık yokuşu, sanki bir an önce çayın kokusu gitmeden ona ulaşmalıydık, içimiz titredi o an, üşümüştük ama farkında değildik, çay düşüncesi üşümemizi de hatırlattı bir anda. Heidi, dedesi, Peter dağlarda boşuna yaşamamışlar, şimdi onları daha iyi anlıyorum. Hızlı hızlı eve geldik akşam karanlığıda biraz sonra çökecekti. Yemeklerimiz hazırdı, kuzine sobamız çıtır çıtır seslerle yanıyor, oda sıcacıktı, işte mutlu olmak için bu gün ne çok nedenlerimiz vardı. Mutluluk şarkısını ruhumuz, bedenimiz sessizlikle haykırıyordu. Mutluyum, mutlusun, mutluyuz diye. Yemek sonrası çaylarımızı içmek ayrı bir zevkti ertesi gün , karşı dağlara gitmek için programlarımızı yaptık, çünkü oraya iki bayan gidemezdik, komşularımızda gelecek, kalabalık bir grup olarak gidecektik, benim için yeni yerler keşfetmek, yeni güzellikleri yerinde görmek işte bugün erken yatıp dinlenmeli ve yarın güne dinç kalkmalıydım, eklemlerimde tatlı bir sancı hissediyordum. Biz buna hamlık deriz 🙂 ilk yaptığın işlerde, sporlardaki kas tutulmaları işte bu hamlığım bugünlük var, yarın sabah düzelirim. Sabah uyandık, o mis kokulu lezzetli yiyeceklerle kahvaltılarımızı yaptık, geç kalmadan yola çıkmalıydık. Ayağıma yün patik, lastik bir çizme, pazen bir pijama, şalvar benzeri, başıma yün bir bere verdiler, oraları soğuk olur sıkı giyinmeliyiz dediler. Ev sahibi buralarını benden iyi bilir onun sözünü dinlemeliyim, verilenleri giydim, çok farklı oldum ama ilk işim aynaya bakmak oldu, hiçte fena durmadı, güzele ne yakışmazki 🙂 deyip kendime iltifatlar yağdırdım. Evden uzaklaştıkça yeni dünya güzellikleri ile karşılaşıyorum, dalında terk edilmiş karpuzlar, kavunlar otların içinde tek tek terk edilmişlikleri ile bekliyorlar. Kimbilir neyi, kimi, niçin bekliyorlar? Yavaş yavaş köyden uzaklaşıyoruz ormana doğru gittikçe tepeciklerin yükseldiği yolların daraldığı ağaçların çoğaldığı, hatta sarmaş dolaş birbirleri ile iç içe geçmiş ağaçları ellerimizle ayırarak yol açmaya başladık. Bu ne güzellik böyle mersinler siyahı ile beyazı ile sanki üzüm salkımları gibi yerlere eğilmiş dallarla hoş geldiniz der gibiler. İlk defa böyle bol mersin meyveli ağaç görmüştüm. Gerçekten harika duruyorlardı. Başımı biraz yukarılara doğru kaldırdım dağ çilekleri göz kırpıyor, bizde buradayız diyorlar turuncu, sarı, kırmızı renkleri ile iyi ki o rüyalarımı görmüşüm, iyi ki o arkadaşımla karşılaşmışım iyi ki bu güzel arkadaşlarım burada bağ evi yasapmışlar, hepsine ayrı ayrı teşekkürler, bu güzellikleri yaşadığım için ona da çok teşekkürler. Mutluluktan uçuyorum, cennet işte böyle bir yer olmalı dedim içimden toprağı hafif kırmızı, yumuşak, taşları yumuşak öyle çok bitki iç içe ki çoğunun adını bilmiyorum. Bildiğim mis gibi çam kokusu her yeri kaplamış, her nefes alış verişimde ciğerlerime çam kokusunun girip çıktığını hissediyor olmamdır. Çılgınca bir mutluluk yaşıyordum, sadece birkaç insan sesi gerisi sadece kuş sesleri, işte dedim dinlenmek, kendine gitmek için ne güzel bir yer, kendime gidiyorum, kendime gidiyorum, kendime gidiyorum, (kalbimin haykırışlarıydı ) Mersinleri tek tek toplamak zaman kaybı olacak denildi meyvesi çok olan mersin dalları kırıldı, herkes taşıyabileceği kadar omuzuna aldı geri dönüş yolumuz başladı, yol boyunca dallardaki meyvelerden koparıp yiyerek geri döndük. Akşam yemek sonrası otururken mersin meyvelerini dallarından ayıracaktık. Bir rüya ile başlıyan maceram diyorum ben buna.