Nur

Bu gün  herkes mevlüt kandili, sevgililerin en güzeli ,ümmetim, ümmetim diyen Muhammed a.s. ın günü diyerek tüm Allaha ve onun Resul olarak gönderildiğine inanlar Mevlüt Kandilini kutlama sevincini içinde yaşıyorlar, dünyanın neresinde, nasıl ,kimler dua ediyor bilinmez, ama arşa salat ve selamlar yükseliyor. Bende Rabbimizin kuranda bildirdiği gibi der ki: Ben ve meleklerim habibime salat ediyoruz, ey yarattığım kullarım sizlerde salat edin. Salat dua demektir yani bizlerde dua etmeliyiz, nasıl mı? İçimizden geldiği gibi, karşılığımı? Her kim ona salat ve selam gönderiyorsa Rabbimiz ona  kimden olduğunu bildiriyor, oda benim için her kim ne istediyse aynısını ona ver Allahım diyor. Kainattaki düzende öyle büyük bir incelik varki çoğunu anlamakta zorlanıyoruz. Nasıl oluyor sorularına en güzel cevabı yine yaratıcı veriyor. Sadece düşünmek, kainata tarafsız bakmakla cevaplarını bulabiliyoruz. Yıllar önce akşam üstü  odada oturmuş sohbet ediyoruz, bir an kulağıma sela sesi geldi , birden irkildim .Sela sonrası kimin öldüğünü söyliyecekler diyerek daha iyi duyabilmek için bahçeye koştum, selanın bitmesini ve adı söylemelerini bekledim. Sela bitti fakat i ad yok, tekrar odaya döndüm, bir yerde okumuştum , ölen birinin selasını duyduğunuzda üç ihlas bir fatiha okuyup ölene bağışlayın, çünkü ölüm hak, sırası gelen bunu yaşayacaka diye. Adını duymasamda bunu yapmalıydım, ve yaptım, odadakilerle kim öldü, tanıdığımız mı, sözleri ile merakımız arttı, tanıdığımız biri ise gitmeliydik, böyle günlerde, birbirimize insan olarak görevlerimizi yapmalıydık. Hepimiz huzursuzduk,  o an birden karşımdaki kitabı gördüm, elime aldım, içimdeki huzursuzluktan kurtulmak için en iyisi diye düşündüm, şöyle gelişi güzel bir sayfa açtım,mevlüt kandili ile ilgili sayfa karşımda duruyordu, birden beynim hızla harekete geçti, bunun ne tarifi, nede açıklaması yok, duvarda asılı duran takvime koştum, işte bu gün mevlüt kandili yazıyordu, ve okunan selada kandil selasıydı. Mutluydum. Rabbim benimleydi ve bana yolumu göstermişti, üzülme, sela bu sebeple okundu diyordu. Şükür ağlamalarımla kalbimin bir anda arşa çıkmak istediğini biliyorum. İşte bu gün kimbilir nerelerde, kimler bu heyecanı yaşıyordur bilinmez. Yaradanı bilip ona dua edenler öyle çok ki. Kimi ,allahım beni nur adınla nurlandır der, kimi insanın içine insan koyan der, kimi çocukları için dua eder, korku ve ümit arası hep dualar arşa yükselir, o hep dinler, der ki: Kullarımın duası olmasa benim katımda yerleri olmazdı. Kimi sıkıştığında, kimi ahiret için, kimi dünya için ,kimi varlık için, kimi yokluk için ,kimi hastalıkta, kimi aşkına kavuşmak için, kimi annesi babası için, kimi yalnızlığı için, kimiler hiç bitmez ,en inanmıyan bile firavun gibi son anda inandım der, ama iş işten geçmiştir. Hangi lisanda olursa olsun yaradan kullarını hep dinliyor, biliyor, işitiyor, anlıyor. Nasıl bilmesin yarattığı, şekil verdiği, rızıklandırdığı, uyutup uyandırdığı, önce bebek,sonra genç, sonrada yaşlandırdığı,en sonda ölümü tattıran bilmez olurmu hiç. Hangi adımla çağırırsanız çağırın ben sizleri duyuyorum, görüyorum, işitiyorum diyor. İstediğine bunu gösteriyor, anlaması için sebepler halk eyliyor. Sonunda da ben kulumun zannına göreyim kulum beni nasıl bilirse ben öyleyim. Kendine yakın biliyorsa yanındayım, uzakta biliyorsa uzaktayım. Seni seviyorum ve yakınımda olduğunu biliyorum ,habibini sen seversinde ben kulun nasıl sevmez diyorum salat ve selamlarımı habibine kabul eyle Allahım seni seviyorum, senin sevdiklerinide seviyorum.Yarattıklarından kimler senin sevdiklerindir  ,kimler sevmediklerindir ancak sen biliyorsun. Her kul kendisinin doğru yolda olduğunu sanarken sen en doğrusunu bilensin.

Paylaşmak güzeldir

Göremediklerimiz

Sokakta kimi yukarı, kimi aşağı doğru yürüyor, arabalar hep aynı yöne doğru gidiyor. İşte arabanın bir tanesi pastanenin önünde durdu, arabadan bir kişi indi pastanenin dondurma satılan bölümüne doğru yürüyor, eline tek tek renkleri ile görünüşü ile herkesin yüreğini hoplatan dondurma külahlarını almaya başladı, dondurma külahları çoğaldıkça elinde parmaklarının arasındaki boşluklara sıkıştırarak yeni dondurma külahlarına yer açıyor parmaklarının arasında, arabada kendisini bekliyenler için ,birde kendisi için aldı, parasını verdi,  paranın üstünü aldı, diğer tek eli ile, arabaya tekrar döndü, herkese dondurmalarını veriyor. Herkesin yüzü en az dondurmaların renkleri kadar güzel, mutlu ,sıcakta midelerini ve ruhlarını serinletmenin mutluluğu yüzlerinden okunuyor. Dondurmayı alanda arabadaki yerini aldı, direksiyondaki yavaşça bir elinde dondurması, diğer elinde arabanın direksiyorunu ,yavaşça arabayı uzaklaştırdı, içindeki mutlu insanlarla. Ne güzel dedim, kimbilir nereye niçin gidiyorlar. Bunları caddenin karşı tarafına geçmek için beklediğim anda görüyorum, işte arabaların geçmesi azaldı, karşıya geçmem gerekiyor. Solda  çocukların, gençlerin, yaşlıların geldiği, çam ağaçları, çiçekler, oyun parkı, yürüyüş yolu ve farklı düşüncelerin, farklı amaçların, farklı isteklerin birlikte aynı yerde buluştuğu park alanında insanlar, birbirini fark etmeden bir aradalar diyorum. Yürüyorum, solda karşımda yaşını bilemediğim  kocaman up uzun boyu ile bana bakan bir hurma ağacı, kurumuş yapraklarını her yıl kestikleri için bedeni temiz tepesinde ki hurma meyveleri ile gökyüzünü ve yeryüzünü nasılda tepede seyrediyor.  Ona hayranlıkla bakarken yalnız olmadığını gördüm. İnce uzun bedeninde birlikte yaşamaktan şikayeti olmadığı bir sarmaşık, bir çiçek, birde adını bilmediğim ot ,oturmuşlar hurma ağacı ile birlikte etrafı seyrediyorlar. Hurma ağacının kökleri toprağın derinliklerinde,  kendini besliyecek besinlerini alıyor, peki bu sarmaşık, çiçek, ot nasıl besleniyorlardı, esen rüzgara, yağan yağmura, bu yüksekte ağacın kurumuş yapraklarının üzerinde nasıl dayanabiliyorlar? İster istemez yaradanı düşündüm. ölüden diri diriden ölü çıkarırım, biri diğerine hizmet eder, dilediğime dilediğimi veririm, dilediğimden çeker alırım ve bunun gibi bir çok düşünceler arka arka sıralanmaya başladı. İşte hurma ağacı kökleri ile topraktan besleniyor, onun aldığı besinlerden ve onun bedeninden sarmaşık, çiçek ve ot besleniyorlardı. O bedene nasıl gelmişler, nasıl yeşermişler, nasıl kök salmışlardı. Polen uçuşması deriz iyi ama esen rüzgara, yağmura minicik bebek olarak nasıl dayanmışlardı. Onları koruyan ne anneleri ne de babaları vardı. Hani hep çocuklarımızı korumak , yetiştirmek deriz biz insanlar yaradan isterse nasıl koruyordu yeter ki o istesin. Hayranlığım bir kez daha artmıştı. Nasılda güzel bir düzenle düzenlemişti her şeyi. Sokakta elinden tuttuğu çocuğunu sürüklercesine götüren annenin sesi kulaklarıma geliyor ,yoruldun mu diyordu, gözlerim bir an annenin ve minik çocuğun ayaklarına gitti, içimden tabi ki yoruldu görmüyor musun ayaklarındaki farkı. sen en az otuz sekiz numara ayakkabı giyiyorsun, elinden tuttuğun minik en fazla yirmi dört numara ayakkabı giyiyor, her numara farkında senin attığın her adımda bu minik kaç adım atmak zorunda kalıyor düşünsene. Miniği elinden kurtarmak istedim o an. Yıllar sonra bu minik büyüyecek annesi, sen yaşlanacaksın işte o zamanda bu minik elinden tutup işte seni öyle sürükleyerek götürecek, sende o zaman böyle oflayıp puflayacaksın, aman evladım yavaş, sana yetişemiyorum diyeceksin, şimdi bu minik bebeğin sana yetişmek için çabasını görmüyorsun, hele şöyle bir bak, düşün, onu anla.  Görmek, bakmak, anlamak, düşünmek, yaradılmışları yaradandan dolayı sevmek bir anda beynimizi nasılda hızlı çalıştırıyor diye düşünmeden edemedim. Yürümeliyim, bu günlük yeter, alışveriş için çıktım, alacaklarımı düşünmeliyim:)

Paylaşmak güzeldir