Bu gün gökyüzü kapalı yerler hala ıslak. Bütün gece hüzünlerini saklayamayan, gözyaşlarını gizli gizli akıtan, zaman zaman hıçkırıklara boğulan gökyüzü de dertli, sıkıntılı demek ki dedim, sokak kapısından kilidi çevirip ağır kapımızı kendime doğru çekerken. Hala ağlaması bitmemişse eğer, gözyaşları ile ıslanabilirim, şemsiye alıp, almamak arasında düşüncelerimde gidip geldim. Yok dedim, gözyaşlarını sabaha kadar akıttı, yeni gözyaşları için göz pınarlarında biriktirmesi lazım, hem gözyaşları ile ıslansam ne olur ki? Büyüklerimizden duyardım gökyüzünün gözyaşları saçlara şifaymış, saçları beslermiş, işte tam zamanı dedim şemsiyemi almama gerek yok. Kapıyı yavaşça bıraktım, kendi gideceği yeri biliyor nasıl olsa. Kaldırımdan sola döndüm yürüyorum, karşı köşeden öğrencilerin sesleri sokağa yayılıyor. Etüt çalışma yeri, çalışan anneler, çocuklarına bilgi olarak yeterince yardımcı olamayan annelerin kurtarıcı mekanları diyorum ben buraya. Babaları demiyorum çünkü çok az babanın ilgilendiği yer, babalar genelde para ile ilgileniyorlar, çoğunlukla anneler gidip geliyor, görüyorum. Bazen sesleri öyle yükseliyor ki evin mutfak camından sesleri içeride çınlıyor, Çocuklar! Iam going cümlesindeki (am) yardımcı fiildir, zamirlere göre am, is, are diye söyleriz. Öğretmen farkında değil sokaktan geçenler evi yakın olanlarda bilgilerini tekrar ediyorlar. Zil çaldımı bütün çocuklar köşedeki etüt evinin iki sokağında koşmaca, saklambaç oynuyorlar. Ne güzel şu çocuklar, bazen penceremin altında gizli gizli sohbetleri olur. Hiç duymam onları, sadece çocuksu ruhlarını severim içimden. Köşeyi geçemedim, meğer çocuklarla ilgili ne güzel duygularımı biriktirmişim içimde. Şimdi dersteler, matematik yapıyorlar, öğretmen karatahtada, elinde tebeşir tahtaya birşeyler yazıyor, nerdenmi biliyorum? Sınıflarının camı açık ve alçak, yoldan geçenler görebiliyor, bende görebiliyorum. Bugün buranın pazarı ve evime çok yakın, Yürüyerek gidip gelebiliyorum. Pazardan alışveriş yapmayı severim, bütün sebzelerin, meyvelerin tazesi geliroraya köylü kadınlarımızın ürettikleri yoğurtlar çökelekler, yeşillikler şükür henüz buralarda doğal suni gübresiz yiyecekler bulabiliyoruz şimdilik. Taze doğal sebze, meyve almaya gitmek için çıktım evden. Sokak ve karşımda ana cadde var, köşede de büyük parkımız, yaz günleri bir başka güzeldir orası, koşanlar, spor yapanlar, çocuklarını oyuncaklara bindirenler, termosları ile çaylarını getirip piknik yapanlar, bazen parka uzak olan dostlarım telefon ederler, parka geliyoruz sende gel, çay da yap. Onlar gelinceye kadar ben çayı demler, termosa koyar, bardakları vs. bir çantaya koyardım, gelir benide alırlardı ya da telefonla geldik, şuradayız derler yerlerini belirtirlerdi. Bende giderdim, ellerinde kabak, ay çekirdeği kese kağıtları ya da poşetleri hala sıcaklığını koruyorlardır, ay çekirdeklerine burada çiğdem derler. Park senide geçmeliyim, pazara geç kalıyorum, pazara giriş çıkış hayli kalabalık, pazar çantaları ile kadınlar akın akın kimisininki henüz dolmaya gidiyor kimisinin ki dolmuş, dolu olanı ıhlaya tıslaya çekerek götüren kadınlarımız.Bir hafta mutfakta ne pişireceğimi düşünen kadınlarımız, evdeki kişi sayısına göre zevklerin isteklerin arttığı ya da eksildiği evlerin ücretsiz aşçıları, herkesin ağız tadına uygun birşeyler yapmak, ailesinin bireylerini ayrı ayrı mutlu etmek için hiç karşılık beklemeden ücretsiz aşçılarımızdır, temizlikçilerimizdir, ütücülerimizdir, terzilerimizdir, öğretmenlerimizdir, doktorumuzdur, hemşiremizdir, bulaşıkçımızdır. Eşleri,çocukları akrabaları, dostları mutlu etmek için hep çalışırlar, mesai saatleri, mesai ücretleri hiç yoktur kadınlarımızın. Bence bütün kadınlarımızın emekli olma hakkı olmalı diyorum 🙂 Pazarın içinde pazar arabalarının tekerleklerinin birbirine takılması ve başların tekerleklere dönmesi, araba sahiplerinin birbirlerinin gözleri ile karşılıklı konuşmaları, bazen kısacık bir tebessümle sorunlarını çözmeleri, bazen kızgın, öfkeli bakışların karşılıklı tehditleri. Pazarı gezmeyi seviyorum, çünkü orası küçük bir kıyamet yeri derim ben, her yüzde ayrı bir duygu gizlidir. Pazarcılarımıza şükranlarımı sunarım, onların işleri de kolay değil. Getirdikleri ürünleri araçlarından indirmeleri, sergi açmaları, akşam karanlığında tekrar toplamaları kolay birşey değil, sabahın kaçında kimbilir nerelerden mallarını getiriyorlar bizler için. Bizler sıcacık yataklarımızda uyurken, onlar yağmur, soğuk, kar, fırtına, tatil demeden hep taşıyorlar. Pazarcılık zor zanaattır yavrum diyen yaşlı insanlardan duyardım hep. Biber alacağım sergiye yaklaştım iki genç sergici vardı. O sırada üç kız sergiye yaklaştı biberlere baktlar, tam alacaklardı, birden almaktan vazgeçtiler ve yürüyerek ayrıldılar. Sergideki genç erkeklerden biri kızların arkasından bağırıyor, gelsenize el kol hareketleri ile, gözlerle, sözlerle… Maşaallah diye bağırıyor arkasından.Maşaallah diyene verirmiş Allah! Kızlara asılıyor… Dayanamadım senin annen, ablan, kız kardeşin ya da eşin yokmu? diye sordum. Satıcı genç irkildi yüzüme baktı, ne gezer… Ben kimsesiz çocuklar yuvasında büyüdüm, annemide, babamıda bilmem, kardeşim nereden olacak ki 🙁 Bir an dondum baltayı taşa vurdum dedim. Hangi yurtta kaldığını sordum, söyledi, peki bu tür yurtlarda çocukları meslek sahibi yapmadan bırakmazlar seninde bir mesleğin vardır niçin onu yapmıyorsun dedim. Yüzüme baktı… Sorma dedi, yaram büyük, sahipsizlik zor abla on sekiz yaşından sonra yurttan ayrıldım, yanlış insanlarla bir süre yanlış yaşadım, yanlışımı anlayıp onlardan ayrıldım ama mesleğimi yapmak için gittiğim yerler geçmişimi sorduklarında ben açık söyledim, öğrendiklerinde zaten iş olsa bile vermiyorlar. Sağ olsun bu arkadaşım birde ninesi sahip çıktı şimdi birlikte pazarcılık yapıyorum dedi. Bu arada gelen müşterilere de bakıyor, tartıyor, veriyor, alıyor. Yanındaki genç daha suskun, daha içine kapanık, arkadaşına işaret ediyor anlatma oğlum! Niye anlatmasın dedim utanacağı bir şey değil, o kendi istediği için bu hayatı yaşamadı ki, dünyaya geldiği an terk edilmek kimsesizliğe mahkum edilmek kolay birşey değil, sadece o ve onun gibleri anlamak için gerçekleri bilmek lazım ki eller uzansın. Genç baktı samimiyim onları sorgulamak yerine gerçekleri konuşuyorum gözlerimin içine baktı… Bende aynı yuvada ve yurtta büyüdüm, arkadaşımı oradan tanıyorum benim bir ninem, birde ağabeyim var, ağabeyimi yeni evlendirdik, arkadaş, ninem ve ben üçümüz birlikte yaşıyoruz. Nerede eviniz diye sordum. Eli ile sanki görecekmişim gibi işaret ederek şuradaki huzurevi var ya işte onun yanındaki bahçelerden birinde kalıyoruz dedi. O an içim acıdı. Kaç yaşındasınız diye sordum, acı bir tebessümle ikimizde henüz yirmi üç yaşındayız ama yaşam bizi öyle yordu ki abla… Bu konuşmalarla biber seçimlerim uzadı, uzadı, uzadı, biberi ben mi seçtim biberler mi beni seçti? Oradan ayrıldım alış verişlerimi yaptım, içime öyle bir acı çöktü ki. Eve dönüşümde neşem kaçmıştı, aklımın bir köşesine sesleri oturmuştu. İlk kapıdan çıkış anımı düşünüyorum bir de şu an dönüşteki ruh halimi, birkaç saatlik zaman diliminde nasıl duygu fırtınaları ile iç içe yaşadığımı anladım. Her insan bir dünya! sözünü hep söylerim, işte birkaç saatlik zaman diliminde kaç tane dünyayı tanıdım. Her insan gerçekten tek başına bir dünyaymış.