İki tarafında ki dağ çilekleri ağaçları ile kaplı patika yoldan çileklerin hangisine elimizle yetişebiliyorsak,hangisini beğeniyorsak koparıp yiyerek kaç kilometre gittik bilmiyorum. Patika yol bazen inişli bazen çıkışlı oluyor. Fotoğraf çekmek, çilek toplamak öyle güzel ki bir anda baktım önde gidenlerin içindeyken, ortada yürüyenlerin arasında kalmışım, o da ne:) en sondan gelen gruba dahil olmuşum. Doğanın tadını çıkaracağım derken, sonlarda kalmak hiçte iyi olmuyor,hızlanmalıyım. Önden gidenler Meryem ananın tepedeki evine ulaştılar. Manzara öyle güzel ki, fotoğrafını çekeceğim öyle çok şey var ki, istesemde hızlı gidemiyorum, gözümün önüne bütün güzellikler serilmiş.Bu güzelliklerin fotoğraflarını çekmemek güzelliklere haksızlık olur diyorum ve yine fotoğraf çekmeye devam ediyorum. Nasıl olsa Meryem ananın evinde kırkbeş dakikalık mola var. Nihayet Meryem ananın evinin buluduğu yere ulaştım. İşte burada da görülecek,fotoğraflanacak ne kadar çok şey var. Dinlenmek yerine görmek ve fotoğraf çekmek için etrafa göz gezdiriyorum. Sonbaharın tüm güzelliği gözlerimin önüne serilmiş. Hepsi beni çek, beni çek diye haykırıyor. Fotoğraf çekmek bir tür hastalıksa benim hastalığım diyorum. Her mevsim doğa ayrı güzel,bunun farkında olunca da bu güzellikleri gelecek insanlara aktarmak için bende kendime düşen görevimi yapmalıyım diyorum.Doğa yürüyüşünü birlikte yaptığımız tüm arkadaşlar dağılmış,kimi fotoğraf çekiyor, kimi çay içiyor, kimi hediyelik eşyalara bakıyor, kimi etrafı geziyor. Meydanda duvarları tuğla ile örülmüş içi çukur bir yer var. Herkes fotoğraf çekiyor, kimisi içine giriyor merdivenlerinden. Herkese göre farklı bir anlamı var. Düşünceler algılamalar kişlere göre değişiyor. Bende fotoğrafını çekiyorum,çekerkende burasının bir kadın rahimine benzediğini düşünüyorum. Evet burası sanki bir rahim şekilde yapılmıştı. Bunu yapanlar bir şey anlatmak istiyordu. Ben kendime göre anlamıştım. Meryem ana İysa(isa a.s.) yı hiç bir erkekle birleşmeden tıpkı Adem a.s. gibi dünyaya getirmişti. Kuranda bu bizlere bildirilmişti. Gerçek yapılma nedeninin yapanlar biliyor, ben ve benim gibi herkes kendine göre düşünecek tabi.
Meryem ananın odasında eskiden fotoğraf çekebiliyorduk, şimdi sessiz olun,fotoğraf çekmeyin diyen görevliler engel koyuyorlar. Zaman değiştiği gibi düşünceler ve davranışlarda değişiyor.
Farklı yerlerden gelmiş ziyaretçiler,farklı lisanlarda konuşan insanlar farklı duygu ve düşünceler görüyorum,hissediyorum.
Kırkbeş dakikalık molamız son buldu hepimiz meydanda toplandık, öncü rehberimiz önde sıraya dizildik. Gideceğimiz yol asfalt,yokuş. yoldan geçecen arabalar ve tek sıra halinda kolyeye dizilmiş inciler misali yürüyoruz. Asfalt ve yokuş hafiften hafiften bizleri zorluyor. Yürüyeceğim başka çaresi yok. Bazen önde,bazen ortada, bazen arkada olsada bu yokuş çıkılacak:) Ah! şu fotoğraf çekme tutkumla kendimden geçiyorum,anı yakalamalıyım diyorum ve öğlede yapıyorum. Kaç kilometre yokuş çıktık bilmiyorum, birden inişli bir yol başladı. Oh! inişli yolu daha çok sevdiğimi ve daha rahat yürüdüğümü fark ettim. Herkese göre farklı oluyor. Kimi yokuş çıkmayı seviyor, kimi benim gibi inişli yolu seviyor. İnişli yolun sonunda geniş,ulu çam ağaçlarının etrafı kapladığı bir alana geldik. Rehberin sesi yine etrafta yankılanıyor. Burada öğle yemeği molası vereceğiz. Bir saat yemeğimizi yiyeceğiz, dinleneceğiz. Buradan sonra artık mola yok. herkes kendini ona göre hazırlasın. Dudaklarımı ısırıyorum, gözlerimi kısıyorum, sanki önümde beni bekleyen bilmediğim mesafeyi görecekmiş gibi:)
Herkesi aynı anda görebileceğim yükseklikte düz bir yere oturuyorum. Herkes kendine göre gruplar oluşturmuş,getirdikleri yiyecekleri çıkartıp,sofralarını hazırlıyorlar. Ben taşıma korkusu ile itiraf ediyorum kolay,az,beni tok tutacak bir kaç yiyecek ve evde sıkılmış portakal suyumu çıkardım. Hemen yakınımda oturmuş iki arkadaşla paylaştım. Çok yemek yerine enerji yapan yiyecek favorim. yemek işimi hallettim. Şimdi fotoğraf çekmeliyim. E limde küçük su şişem mikrofonum oldu, yemek yiyen grupları dolaşıyorum,tek tek tanışıyorum,sorular soruyorum,fotoğraflarını çekiyorum. Birlikte yola çıktığım arkadaşlarımı tanımak için iyi bir nedenim var.
İşte son olan molamızında süresi doldu. Yine rehberin sesi yankılanıyor. Herkes hazır mı,herkes bir birini kontrol etsin. Eksik varmı bakalım diyor. Evet herkes tamam yola çıkıyoruz. Bu defada yine bir iniş,bir de çıkış var. Önce patika bir yol,etrafı çam ağaçları ile kaplı yavaş yavaş çam ağaçları bitiyor,bodur çalılıklar,dikenli ağaçlara doğru öncü rehber ve arkasındaki insanlar yokuş,aşağı hızla sel gibi akmaya başladı. bende bu selin içinde yolumu bulmaya, dikenli ağaçlardan, ayağımın altından kayan taşlardan korunmaya çalışarak iniyorum. Sadece gruptan kopmadan,artçı rehberden arkada kalmamak için gayret ediyorum. Süre,zaman mefhumu bitti,sadece ileri,ileri,ileri… gidiyoruz. Maki ve çalılıkların arasında renk renk başlar bir görünüyor, bir yok oluyorlar. Rehberin yine yankılanan sesi. Şimdi surlara çıkacağız. Fakat dikkatli olmalısınız, sur taşları oynuyor,her adım attığınızda asla basacağınız yere dikkat etmeden basmayınız.
Çalılıklara, taşlara,birbirimize tutunarak tırmanışa geçtik. Surların eteklerine kadar ayağımızın altından kayan taşlardan, çalılardan korunarak geldik. Şimdi surların üzerinden yürüyerek surların diğer ucuna kadar gideceğiz, oradan inerek Selçuğa ulaşacağız. Midübüslerimiz orada bizleri bekliyor.
Öncü rehber önde artçı rehber grubun arkasında olmak üzere surların üzerinde yürümek üzere tek tek,dikkatli tırmanıyoruz, yürüyoruz. Sevinç çığlıkları,fotoğraf çekenler. Muhteşem bir manzara var kuşbakışı görüntümüzde. Surların tamamı kaç kilometre henüz bilmiyorum bildiğim, harika bir o kadarda zor. Selçuk ve o bölgede bulunan tarihi kalıntıların hepsini tepeden kuşbakışı seyrediyoruz. Grup bölündü,bir sur taşından diğer sur taşına çıkmak için yardımlaşma,var. Bir önce çıkan diğer arkasından çıkana aman şuraya bas, buraya basma diyerek ikazda bulunuyor. Bacakları uzun olanla,olmayan arasındaki fark işte burada da belli oluyor:) Bacağı uzun olan bacağını uzaıyor,diğer sura geçiyor, bacağı kısa olanda uzatıyor,fakat bacağı diğer sura kısa geliyor:) Bir önceki elini uzatıyor,son bir gayretlediğer sur taşına geçiliyor. Surlar ara ara yıkıldığı için bir çıkış,bir iniş oluyor. Manzara seyretmek isteyenler sur taşlarına oturyor, bende bir tanesine oturdum,seyrettim etrafı. Tam kalkacağım,taş yerinden oynadı,bacaklarımı ileri doğru itiyor.Taş ve ben yuvarlanırsak uçurumdayız. Arkadaşların bir kısmı sur taşını tutuyor, bir kısmı beni taştan kurtarmaya çalışıyor. Beni kenara ladılar, taşı aşağıya yuvarladılar. benden sonra arkamdan gelecek arkadaşlara yol açtılar. Adrelenanlarımız hepimizin yükselmiş hat safhadayız.
Surların sonuna geldik,inişe geçti grup. Bir uç surların tepesinde, bir uç inişte. Manzara harika.
İniş yolu yine taşlı,çalılıklı ve taze adaçayı kokulu. Bir ara arkamda arkadaşlarımın geldiğini görerek düz daha temiz bir yol diyerek bir yola girdim. Girmez olaydım. Dönüyorum,dolaşıyorum uzakta gördüğüm arkadaşlara ulaşacağım yolu bulamıyorum,arkada bıraktığım arkadaşlarda bir türlü gelmiyor yanıma. Ben yanlış yola girmiştim. öyle düz kolay yol diye hemen gitmenin nasılda yanlış olduğunu anladım bir daha. Zaman kaybetmeden tekrar geldiğim yola dönmeliydim. En azından arkamdaki grup çok uzaklaşmamıştır:) Arkadaşlar kaybolma tehlikesi atlattığımın farkında değillerdi henüz. Hızlı adımlarla onların yanına gittim. İniş halinde giderken bir arkadaşımızın dizinde sorun oluştu. Telsizle artçı rehber,öncü rehbere bilgi verdi, biraz geç geleceğimizi, arkadaşın yürümekte zorlandığını bildirdi. İlk midübüse bindiğimiz zaman bize bilgiler veren genç elinde sargı bandı ile gei gelmişti. arkadaşın dizini sargı ile sarıp, kollarına girerek yürütmeye çalışıyor. Öncü rehberimiz olayı merak edip geri geliyor. İyiki gelmiş ben onun peşine takıldım arkadaşlar son grup olarak yavaş gelmek zorundalar. İlk,orta grup orman çıkışı bir alanda toplanmışlar bizleri bekliyorlar. Beni görünce rehberlerimizden bir diğeri şaşkın gözlerle yüzüme bakıyor, biz sizin dizinizde sorun oldu sanıyorduk diyerek şaşkınlığını ifade etti. Bir bakıma haklıydı . İlk denememdi. acemiydim. Şükürler olsun bende bir şey yok genç bir kız arkadaşımızın dizinde sorun oldu dedim. Neyse hafifti. Deneyerek,yaşıyarak,tecrübeler edinmek değilmidir zaten yaşamak. Nihayet herkes bir yere toplandı. Bir kaç kilometre düz patika yolda yürüyerek asfalt yola çıkacağız, orada midübüslerimiz bizi bekliyor. Mis gibi mandalina kokan bahçelerin, havlayan köpek seslerinin, yanımızdan geçen traktör jiplerin arasından bir gün batımını seyrederek midübüslerimize ulaştık. Herkes yerine oturdu,yolculuk geriye dönüş için başladı. Son durağa geldiğimizde midübüsden indiğimde ayak parmaklarımın yerinde olup olmadığını düşündüm. Ayaklarımın üzerine basmak ve kısa olan ev mesafeme yürümek sanki imkansızdı. Surların üzerinde bacaklarımı ileri iten sur taşından kurtulduğum anda, benim burada ne işim var dediğim gibi, işte parmaklarımı hissetmediğim için aynı şeyi bir kez daha sordum kendime. Sen ne yapıyorsun? Ertesi gün bir yere gitmem gerekiyordu. Hangi saatte geleceğimi sorduklarında. Ben mutfaktan,salona yürüyemiyorum, oraya nasıl gelebilirim dedim. Sakın niçin diye sorma,ne zaman geleceğimide sorma, ne zaman iyileşirsem o zaman geleceğim dedim.
İlk denememden sonra ne yaptığımı merak edenleriniz olabilir. İnanmasanızda onbeş gün sonra ki parkura acılarımı,yorgunluklarımı,korkularımı unuttum ve katıldım:))