Ege kıyı şeridindeki şehirler, köyler, bir birine çok yakın olmasına rağmen gelenekleri, görenekleri, kültürleri, yaşam tarzları hem birbirlerine çok benzer gibi görünür hem de hiç alakası yok gibidir. Hepsinin konuşmasında ağız farkı vardır. Ancak ayrı ayrı gezdiğinde, gördüğünde bunları fark edebilirsin. İşte yine Ege kıyı şeridinde çok yakın olmasına rağmen daha önce hiç duymadığım, görmediğim bir köyüne gidiyorum. En son arkadaşlarımla buluştuğumuzda bu köyde bağ evinde yaşamın güzel olduğunu söyleyen arkadaşımla anlaşmıştık, müsait olursam bir daha ki seferde buluştuğumuzda diğer arkadaşlarımızla günümüzü geçirmemizin sonunda onunla birlikte bu güzel köyü görmek, tanımak ve arkadaşımla bir kaç gün baş başa birlikte yaşamı paylaşmak nasip olacaktı. Egenin güzel kentinde buluştuk tam bir ay sonra tüm arkadaşlarımızla, zaman su gibi akıp geçti, sohbetler, resim çekmeler, video çekimleri, yemek vs. derken ayrılma vaktimiz gelmiş, bir daha ki buluşma tarihimizi belirlemiş, masadan kalkıyoruz, bahçede herkes arabalarına doğru yürüyor, yolu üzerinde olanlar arabasız gelenleri arabasına alıyor veda sözleri, esasında hiç kimse ayrılmak istemiyor fakat akşam olmuş ,eşler, çocuklar iç işleri bakanlarını bekliyor, olsun iç işleri bakanları aylık toplantılarını yapmışlardı, sorumlulukları vardı, evlerine dönmeliydiler 🙂 Tülayım hadi bizde arabamıza gidelim diyerek o güzel kadın annelerin hası Hava annemiz ve beni arabaya doğru yönlendirdi. Direksiyona geçti, önce buradaki evimize gidelim alacak birşeylerimiz var onları alalım sonra bağ evimize gideriz dedi. Ben apartmanları çok sevmem, beton yığınlarının arasında yaşıyoruz zaten bir yerlere gittiğimde doğası olsun istiyorum demiştim. Evet doğası güzel olan yerdeyim demişti, gel gör. Evden alınacakları aldılar, tekrar arabaya bindik, akşam karanlığı çökmek üzere bağ evine geldik. Günün yorgunluğunu çam ağaçlarının kokusunu içime çekerek atmak nasıl da iyi geldi. Mis gibi akşam rüzgarı ile çam ağaçları sallandıkça o güzel kokusu her yere dağılıyordu. Geç olmuştu sabah etrafı gezecek görecektim. O gece geç saatlere kadar birimiz sustu, birimiz konuştu. Hava annemiz namazını kıldı yatmaya gitti, sabah erken kalkmayı seviyor kendisi. Bizim birikmiş öyle çok anlatacak hikayelerimiz var ki, çünkü okul sonrası ayrı yerlerde ayrı yaşamlarla ömrümüz geçmişti, birbirimizin yaşamlarındakileri merak ediyorduk, neler yaşamıştık? Sabah horoz sesleri, kuş cıvıltıları, mis gibi bahçeden odanın camından içeri giren çiçek kokuları, meyve kokuları, toprak kokusu ile uyandım. Derin bir nefes aldım, limon ağacının çiçeklerinden gelen koku hepsini bastırıyordı. Yatağımda doğrulup oturdum, etrafı dinledim, yavaşça kalktım, odadan çıkıp salona geçtim, geniş camlarından etrafa kuş bakışı baktım. Ağaçların tepelerinden aşağısını göremiyordum ama ağaçların üst tepesinden uçsuz bucaksız bir ova, sıra sıra seralar, görünüyordu. Soldaki cama doğru yürüdüm, oradan her yer çam, zeytin ve farklı ağaçlarla dolu küçük tepelerle, kıvrımlı yolları ile minik dağ bana gülümsüyordu, bende ona gülümsedim, merhaba dedim, seni ve sakladıklarını görmeye geleceğim merak etme. Aşağı kata inmeliydim, ev sahipleri aşağı kattadırlar dedim, merdivenlerden inerken merdivenin sağ tarafındaki boydan boya camlı pencerelerden dışarıyı seyrederek iniyorum, kiraz, ayva, yeni dünya ağaçları bana gülümsüyorlardı, bende onlara gülümsedim, merhaba dedim, nasılda güzelsiniz öyle. Alt katta hiç kimse yoktu, ev sahipleri nereye gitmişti? Terasa çıktım, orada da yoklar, ağaçların dallarından kimseyi göremiyorum, başımı ağaç dallarının arasından belki görebilirim diyerek iyice aşağıya doğru eğdim, evet bir kademe alttaki sebzelerin dolu olduğu, kocaman bir dut ağacının dalını kendine doğru çekmiş, dutlarını koparıp ağzına götüren Tülayım oradaydı 🙂 Ne güzel sabah kahvaltısını, dalından koparıp yediği meyvelerle yapıyor, yanına gitmeliydim, bende sabah kahvaltımı bu sabah dalından ellerimle kopardığım meyvelerle yapmalıydım. Mutluydum, doğayı, doğallığı seviyordum, meyveyi, sebzeyi dalından koparıp yemek en güzel şeydir. Çarşıdan alınıp buzdolabına konulan meyveleri yemeği sevmem ama dalından koparıp meyve yemek işte ona hiç dayanamam. Arkadaşımın yanına gittim, gel sende bir dal tut, dutların şimdi en güzel zamanı, o gel demese de ben gelmiştim ve hayır demem mümkün değil 🙂 Hava annemiz nerede dedim, o mu yandaki bahçede. Biraz yedim, gidip onun bahçesinede bakayım, neler yapıyor göreyim dedim, yan bahçeye geçtim Hava anne gel gel burada siyah dut var birazda ondan ye dedi, biraz önce beyaz dut yemiştim, şimdi de siyah dut yiyecektim. Bugün dut yemiş bülbül gibiyim şakıdıkça şakıyacağım anlaşılan 🙂 Mutfakta yemek hazırlamaya hiç gerek yok dedim, acıktıkça bahçeyi şöyle bir turla meyvelerle, sebzelerle karnını doyur, dometesi, biberi, patlıcanı, mandalinası, portakalı cennet elması kirazı, cevizi, limonu vb. leri ile dört mevsim aç kalmadan yaşayabilirsin. Büyük kentlerde, taş binalarının arasında, trafiğin yoğunluğu, gürültüsü arasında ömrümüz geçiyor. Doktorlara git gel sağlık arıyoruz, oysa burada temiz hava, doğal beslenme, kuş sesleri ve huzur var. Cennet diyorlar, işte dedim, dünyada saklı cennetlerimiz var, yolunu bulan gidip yaşıyor. Geçte olsa arkadaşımın küçük cennetinde yaşadığımız birlikteliğimizi sadece bahçede bırakmamalıydık, daha büyük cennetleri keşfetmeliydik ve öyle yaptık. Akşam üzeri sıcak biraz hafifleyince yürüyüşe çıktık, yol boyunca can eriklerini dallarından koparıp yemek harikaydı, resimler çekmeliydim, bu güzellikleri buraya gelemeyen dostlarımla paylaşmalıydım. Büyük cennet keşfimizi ikinci bölümde anlatmalıyım, çünkü o büyük cennet buraya sığmayacak .
tebriklerrr çok sade biir dil ifadesi ile anlatmışssın olduğu gibi her zaman her koşulda o kapının sana açık olduğunu untma sakınnnnnn
TŞK.ler canım sizleri seviyorum.sende bunu unutma.