Doğa Sevgisi(3)

İki tarafında ki dağ çilekleri ağaçları ile kaplı patika yoldan çileklerin hangisine  elimizle yetişebiliyorsak,hangisini beğeniyorsak koparıp yiyerek kaç kilometre gittik bilmiyorum. Patika yol bazen inişli bazen çıkışlı oluyor. Fotoğraf çekmek, çilek toplamak öyle güzel ki bir anda baktım önde gidenlerin içindeyken, ortada yürüyenlerin arasında kalmışım, o da ne:) en sondan gelen gruba dahil olmuşum. Doğanın tadını çıkaracağım derken, sonlarda kalmak hiçte iyi olmuyor,hızlanmalıyım. Önden gidenler Meryem ananın tepedeki evine ulaştılar. Manzara öyle güzel ki, fotoğrafını çekeceğim öyle çok şey var ki, istesemde hızlı gidemiyorum, gözümün önüne bütün güzellikler serilmiş.Bu güzelliklerin fotoğraflarını çekmemek güzelliklere haksızlık olur diyorum ve yine fotoğraf çekmeye devam ediyorum. Nasıl olsa Meryem ananın evinde kırkbeş dakikalık mola var. Nihayet Meryem ananın evinin buluduğu yere ulaştım. İşte burada da görülecek,fotoğraflanacak ne kadar çok şey var. Dinlenmek yerine görmek ve fotoğraf çekmek için etrafa göz gezdiriyorum. Sonbaharın tüm güzelliği gözlerimin önüne serilmiş. Hepsi beni çek, beni çek diye haykırıyor. Fotoğraf çekmek bir tür hastalıksa benim hastalığım diyorum. Her mevsim doğa ayrı güzel,bunun farkında olunca da bu güzellikleri gelecek insanlara aktarmak için bende kendime düşen görevimi yapmalıyım diyorum.Doğa yürüyüşünü birlikte yaptığımız tüm arkadaşlar dağılmış,kimi fotoğraf çekiyor, kimi çay içiyor, kimi hediyelik eşyalara bakıyor, kimi etrafı geziyor. Meydanda duvarları tuğla ile örülmüş içi çukur bir yer var. Herkes fotoğraf çekiyor, kimisi içine giriyor merdivenlerinden. Herkese göre farklı bir anlamı var.  Düşünceler algılamalar kişlere göre değişiyor. Bende fotoğrafını çekiyorum,çekerkende burasının bir kadın rahimine benzediğini düşünüyorum. Evet burası sanki bir rahim şekilde yapılmıştı. Bunu yapanlar bir şey anlatmak istiyordu. Ben kendime göre anlamıştım. Meryem ana İysa(isa a.s.) yı hiç bir erkekle birleşmeden tıpkı Adem a.s. gibi dünyaya getirmişti. Kuranda bu bizlere bildirilmişti. Gerçek yapılma nedeninin yapanlar biliyor, ben ve benim gibi herkes kendine göre düşünecek tabi.

Meryem ananın odasında eskiden fotoğraf çekebiliyorduk, şimdi sessiz olun,fotoğraf çekmeyin diyen görevliler engel koyuyorlar. Zaman değiştiği gibi düşünceler ve davranışlarda değişiyor.

Farklı yerlerden gelmiş ziyaretçiler,farklı lisanlarda konuşan insanlar farklı duygu ve düşünceler görüyorum,hissediyorum.

Kırkbeş dakikalık molamız son buldu hepimiz meydanda toplandık, öncü rehberimiz önde sıraya dizildik. Gideceğimiz yol asfalt,yokuş. yoldan geçecen arabalar ve tek sıra halinda kolyeye dizilmiş inciler misali yürüyoruz. Asfalt ve yokuş hafiften hafiften bizleri zorluyor. Yürüyeceğim başka çaresi yok. Bazen önde,bazen ortada, bazen arkada olsada bu yokuş çıkılacak:) Ah! şu fotoğraf çekme tutkumla kendimden geçiyorum,anı yakalamalıyım diyorum ve öğlede yapıyorum. Kaç kilometre yokuş çıktık bilmiyorum, birden inişli bir yol başladı. Oh! inişli yolu daha çok sevdiğimi ve daha rahat yürüdüğümü fark ettim. Herkese göre farklı oluyor. Kimi yokuş çıkmayı seviyor, kimi benim gibi inişli yolu seviyor. İnişli yolun sonunda geniş,ulu çam ağaçlarının etrafı kapladığı bir alana geldik. Rehberin sesi yine etrafta yankılanıyor. Burada öğle yemeği molası vereceğiz. Bir saat yemeğimizi yiyeceğiz, dinleneceğiz. Buradan sonra artık mola yok. herkes kendini ona göre hazırlasın. Dudaklarımı ısırıyorum, gözlerimi kısıyorum, sanki önümde beni bekleyen bilmediğim mesafeyi görecekmiş gibi:)

Herkesi aynı anda görebileceğim yükseklikte düz bir yere oturuyorum. Herkes kendine göre gruplar oluşturmuş,getirdikleri yiyecekleri çıkartıp,sofralarını hazırlıyorlar. Ben taşıma korkusu ile itiraf ediyorum kolay,az,beni tok tutacak bir kaç yiyecek ve evde sıkılmış portakal suyumu çıkardım. Hemen yakınımda oturmuş iki arkadaşla paylaştım. Çok yemek yerine enerji yapan yiyecek favorim. yemek işimi hallettim. Şimdi fotoğraf çekmeliyim. E limde küçük su şişem mikrofonum oldu, yemek yiyen grupları dolaşıyorum,tek tek tanışıyorum,sorular soruyorum,fotoğraflarını çekiyorum. Birlikte yola çıktığım arkadaşlarımı tanımak için iyi bir nedenim var.

İşte son olan molamızında süresi doldu. Yine rehberin sesi yankılanıyor. Herkes hazır mı,herkes bir birini kontrol etsin. Eksik varmı bakalım diyor. Evet herkes tamam yola çıkıyoruz. Bu defada yine bir iniş,bir de çıkış var.  Önce patika bir yol,etrafı çam ağaçları ile kaplı yavaş yavaş çam ağaçları bitiyor,bodur çalılıklar,dikenli ağaçlara doğru öncü rehber ve arkasındaki insanlar yokuş,aşağı hızla sel gibi akmaya başladı. bende bu selin içinde yolumu bulmaya, dikenli ağaçlardan, ayağımın altından kayan taşlardan korunmaya çalışarak iniyorum. Sadece gruptan kopmadan,artçı rehberden arkada kalmamak için gayret ediyorum. Süre,zaman mefhumu bitti,sadece ileri,ileri,ileri… gidiyoruz. Maki ve çalılıkların arasında renk renk başlar bir görünüyor, bir yok oluyorlar.  Rehberin yine yankılanan sesi.  Şimdi surlara çıkacağız. Fakat dikkatli olmalısınız, sur taşları oynuyor,her adım attığınızda asla basacağınız yere dikkat etmeden basmayınız.

Çalılıklara, taşlara,birbirimize tutunarak tırmanışa geçtik. Surların eteklerine kadar ayağımızın altından kayan taşlardan, çalılardan korunarak geldik. Şimdi surların üzerinden yürüyerek surların diğer ucuna kadar gideceğiz, oradan inerek Selçuğa ulaşacağız. Midübüslerimiz orada bizleri bekliyor.

Öncü rehber önde artçı rehber grubun arkasında olmak üzere surların üzerinde yürümek üzere tek tek,dikkatli tırmanıyoruz, yürüyoruz. Sevinç çığlıkları,fotoğraf çekenler. Muhteşem bir manzara var kuşbakışı görüntümüzde. Surların tamamı kaç kilometre henüz bilmiyorum bildiğim, harika bir o kadarda zor. Selçuk ve o bölgede bulunan tarihi kalıntıların hepsini tepeden kuşbakışı seyrediyoruz. Grup bölündü,bir sur taşından diğer sur taşına çıkmak için yardımlaşma,var. Bir önce çıkan diğer arkasından çıkana aman şuraya bas, buraya basma diyerek ikazda bulunuyor. Bacakları uzun olanla,olmayan arasındaki fark işte burada da belli oluyor:) Bacağı uzun olan bacağını uzaıyor,diğer sura geçiyor, bacağı kısa olanda uzatıyor,fakat bacağı diğer sura kısa geliyor:) Bir önceki elini uzatıyor,son bir gayretlediğer sur taşına geçiliyor. Surlar ara ara yıkıldığı için bir çıkış,bir iniş oluyor. Manzara seyretmek isteyenler sur taşlarına oturyor, bende bir tanesine oturdum,seyrettim etrafı. Tam kalkacağım,taş yerinden oynadı,bacaklarımı ileri doğru itiyor.Taş ve ben yuvarlanırsak uçurumdayız. Arkadaşların bir kısmı sur taşını tutuyor, bir kısmı beni taştan kurtarmaya çalışıyor. Beni kenara ladılar, taşı aşağıya yuvarladılar. benden sonra arkamdan gelecek arkadaşlara yol açtılar. Adrelenanlarımız hepimizin yükselmiş hat safhadayız.

Surların sonuna geldik,inişe geçti grup. Bir uç surların tepesinde, bir uç inişte. Manzara harika.

İniş yolu yine taşlı,çalılıklı ve taze adaçayı kokulu. Bir ara arkamda arkadaşlarımın geldiğini görerek düz daha temiz bir yol diyerek bir yola girdim. Girmez olaydım. Dönüyorum,dolaşıyorum uzakta gördüğüm arkadaşlara ulaşacağım yolu bulamıyorum,arkada bıraktığım arkadaşlarda bir türlü gelmiyor yanıma. Ben yanlış yola girmiştim. öyle düz kolay yol diye hemen gitmenin nasılda yanlış olduğunu anladım bir daha. Zaman kaybetmeden tekrar geldiğim yola dönmeliydim. En azından arkamdaki grup çok uzaklaşmamıştır:) Arkadaşlar kaybolma tehlikesi atlattığımın farkında değillerdi henüz. Hızlı adımlarla onların yanına gittim. İniş halinde giderken bir arkadaşımızın dizinde sorun oluştu. Telsizle artçı rehber,öncü rehbere bilgi verdi, biraz geç geleceğimizi, arkadaşın yürümekte zorlandığını bildirdi. İlk midübüse bindiğimiz zaman bize bilgiler veren genç elinde sargı bandı ile gei gelmişti. arkadaşın dizini sargı ile sarıp, kollarına girerek yürütmeye çalışıyor. Öncü rehberimiz olayı merak edip geri geliyor. İyiki gelmiş ben onun peşine takıldım arkadaşlar son grup olarak yavaş gelmek zorundalar. İlk,orta grup orman çıkışı bir alanda toplanmışlar bizleri bekliyorlar. Beni görünce rehberlerimizden bir diğeri şaşkın gözlerle yüzüme bakıyor, biz sizin dizinizde sorun oldu sanıyorduk diyerek şaşkınlığını ifade etti. Bir bakıma haklıydı . İlk denememdi. acemiydim. Şükürler olsun bende bir şey yok genç bir kız arkadaşımızın dizinde sorun oldu dedim. Neyse hafifti. Deneyerek,yaşıyarak,tecrübeler edinmek değilmidir zaten yaşamak. Nihayet herkes bir yere toplandı. Bir kaç kilometre düz patika yolda yürüyerek asfalt yola çıkacağız, orada midübüslerimiz bizi bekliyor. Mis gibi mandalina kokan bahçelerin, havlayan köpek seslerinin, yanımızdan geçen traktör jiplerin arasından bir gün batımını seyrederek midübüslerimize ulaştık. Herkes yerine oturdu,yolculuk geriye dönüş için başladı. Son durağa geldiğimizde midübüsden indiğimde ayak parmaklarımın yerinde olup olmadığını düşündüm. Ayaklarımın üzerine basmak ve kısa olan ev mesafeme yürümek sanki imkansızdı. Surların üzerinde bacaklarımı ileri iten sur taşından kurtulduğum anda, benim burada ne işim var dediğim gibi, işte parmaklarımı hissetmediğim için aynı şeyi bir kez daha sordum kendime. Sen ne yapıyorsun? Ertesi gün bir yere gitmem gerekiyordu. Hangi saatte geleceğimi sorduklarında. Ben mutfaktan,salona yürüyemiyorum, oraya nasıl gelebilirim dedim. Sakın niçin diye sorma,ne zaman geleceğimide sorma, ne zaman iyileşirsem o zaman geleceğim dedim.

İlk denememden sonra ne yaptığımı merak edenleriniz olabilir. İnanmasanızda onbeş gün sonra ki parkura acılarımı,yorgunluklarımı,korkularımı unuttum ve katıldım:))

Doğa Sevgisi(2)

İki haftalık doğaya açılma süresi doldu, heyecanlıyım,daha önce denemediğim,yaşamadığım bir yaşama adım atma günü geldi.

Sabah saat sıfır sekizde herkes hükümet binasının önünde toplansın diye bilgilendirildik. Grubun üç kişisini kısa sohbet sırasında tanımıştım,geriye kaç kişiyi tanıyacaktım,neler yaşıyacaktım?

Sabah sekizde denilen yere gittim. Bir tane münibüs, bir tanede midübüs arka arkaya durmuş dağları fethedecek ruhları genç,yaşları farklı insanları gidecekleri yere götürmek üzere bekliyordu. Bir anda sırt çantaları ile bir sürü erkekler,bayanlar,gençler,çocuklar,yaşlılar birikti. Tanıdıklarımla selamlaştım,diğerlerinin içinde tanıdığım kimseler varmı diyerek her gelene alıcı gözü ile bakıyorum. Henüz hiç birini tanımıyorum, önemli değil,nasıl olsa aynı yokuşları ,inişleri birlikte gitmeyecekmiyiz, tanışacağız elbette.Yaşamımız boyunca hep böyle olmuyor mu?İşte buda yeni dostlukların,arkadaşlıkların kurulacağı,belkide ortak özelliklerimizin, yaşanmışlıklarımızın ortak dostlarımızın var olduğu fakat haberdar olmadığımız bir başlangıç olacak.

Bir anda ortalık çok kalabalıklaştı. Minübüs gitti,iki yeni midübüs geldi. Üç midübüse sonradan öğrendiğim doksanüç kişi bindik,yola çıktık.

Gençlerden biri elinde bir kağıt,kalemle midübüs koridorunda durmuş,lütfen herkes adını yazsın,imzalasın,sizler yazarken bende yürüyüşleimizle ilgili bilgileri anlatacağım,aramıza yeni katılanlarında bilgilenmesi için diyerek anlatmaya başladı.

Ruhumun muzurluğu tutmuştu bir kere,  anlattıklarının muzip yönlerini bulup,espriye dönüştürmek hoşuma gidiyordu:) Gençle ilk sıcak dostluk elektiriğini yakalamıştık,abla sen aramıza yeni katıldın gördüğüm kadarı ile dediğinde,dördüncü arkadaşımlada tanışmış oldum.

Midübüs içinde koltuklarda oturan tanımadığım,tanışacağım güzel insanlara baktığımda,herkes sıcak,sevgi dolu,birbirlerini tanıyan,kendi aralarında konuşan,espriler yapan sesler ve görüntüler sinema seyrediyorum hissini verdi o an.

Herkes sanatçıydı,herkesin bir rolü vardı. Dünya sahne,yaradılmışlarda rollerini oynamaz mı zaten dünyada. Şimdi midübüsün içinde bir dekor kurulmuş, güzel insanlarda sahnede kendi bildikleri rolleri oynuyorlardı.

Kendimi bir an tek başına tiyatroya gitmiş,koltukta tek başına oturan bir seyirci gibi hissettim. Henüz,rolümün ne olduğunu,rol alıp,alamıyacağımı bile bilmiyorum.

Genç yönetmenin dikkatini çekmiştim,küçük bir rol almıştım, sadece bir kaç saniyelik figuran rolüm olmuştu, tekrar koltuğuma oturmuştum. Tiyatro oyunlarında hani bazen seyircileri oyunun içine katarlarya, işte öyle olmuştu.

Gencin sesi ile irkildim,düşüncelerimden ayrıldım. Geldik , biraz sonra arabadan ineceğiz, arabada bırakmak istediğiniz bir şeyiniz varsa bırakın, ancak tekrar bindiğinizde bıraktıklarınıza kavuşacaksınız. Çünkü arablar bizi burada bırakcak,Selçukta almaya gelecek.

Bir anda çamlık taş ocakları neresi diyerek,midübüsün camından dışarı baktım. Dağ kenarında arabalar arka arkaya durdu,herkes tek tek arabalardan inmeye başladı. İnmeliyim,herkesin yaptığını yapmalıyım,al sana işte yeni deneyler yaşamak istiyorsun:)yaşa ve gör.

Herkes bir araya toplandı,gidilecek yol,şartlar,yapılacaklar, öneri ve tavsiyeler açıklandı. Heyecanlı ve meraklıyım,kulağım anlatılanlarda, ellerim fotağraf makinesinin deklanşöründe bu anı kalıcı yapma telaşındayım.

Öncü,ortacı ve artçı rehberlerden ayrılmamız gerekiyormuş. Hı… meçhulde kaybolmamak için bunu aklımın bir köşesine yazdım.  Rehberlerin adları ve kendileri yerlerini almaya başladı. Bir anda herkes sıraya girdi, yürüyüş önce yavaştan,sonra giderek hızlanmaya başladı. Yol gittikçe yokuşlaşıyor,ormanın içine doğru yürüyoruz,çalılar,ağaç dalları, ayağımızın altından kayan topraklar,taşlar,kıyafetlerimize takılan dikenli dallar. Keçi gibi tırmanıyoruz:) Bacakları uzun olanlar bir üste çıkışta hopppp bacağını uzatıyor küt diye yukarı kendini çıkarıyor, bacakları kısa olan benim gibi olanlar bacağını uzatıyor fakat bir önden uzun bacağı ile yukarı çıkan arkadaşın bastığı yere basmak istiyor, mümkün değil,bacak ölçüsü yetmiyor:))Etrafında tutunacak ağaç dalları, ot, bir şeyler arıyor, onlardan birine tutunup kuvvet alıp bir üste çıkmak için. Bazen buluyor, bazen bulamıyor. İşte o zaman bir üste çıkan arkadaş geriye dönüp elini uzatıyor, tut elimi, yukarı çekeyim seni diyor. İşte o an arkadaşlık,dayanışma, yardımlaşma, bir birine destek,sahip çıkma,  insan olmanın iyi doğru yönünü bir kere daha öğreniyoruz.

Orman ve insan bir anda bütünleşiyor. Ne kadar, nasıl tırmandığımızın zamanı, ölçüsü bir anda bir an önce buradan nefes alabileceğimiz, oh!! diyebileceğimiz yere ulaşmak oluyor. Adrenalin, oksijen,ağaçların hışırtıları, kuş sesleri, insan sesleri bir birine karışıyor.  Bir öncekinin tutup kendini yukarı çektiği dalı bıraktığı an! İşte ona herkes dikkat etmek zorunda, bir önceki arkasında tırmanmaya hazır arkadaşına sesleniyor. Dikkat et! dalı bırakıyorum yüzüne gelmesin. Her tırmandığımız, adımımızı bir üst taş,kaya,toprak parçasına koyduğumuzda, akciğerlerimizin ormandaki ağaçlardan gelen oksijenle dolması, yükseldikçe basıncın artması ile burnunuzdan nefes alın,ağzınızdan verin sesleri bir birine karışıyor.

Bir anda uçları gökyüzüne ulaşmak için sanki bir birleri ile yarışan çam ve daha nice farklı ağaçlar karşımızda duruyorlar. O!!o!!! hoş geldiniz,bizleri ziyarete mi geldiniz, buyrun gölgemizde gölgelenin, bir soluklanın,rahatlayın,bizler burada hep aynı yerde duruyoruz, iyi ki sizler geliyorsunuz,bir kaç farklı yüz görebiliyoruz dercesine bizlere hışırtıları ile sesleniyorlar. Ağaçların gölgesinde minik farklı bitkiler, çiçekler, renkleri,şekilleri,kokuları ile ayrı güzelliklerle bizleri karşılıyorlar.

Rehberin sesi bir anda yükseliyor. Sabah kahvaltısı yapmak,dinlenmek için onbeş dakika mola veriyoruz, şimdi saat on,herkes kendini ona göre ayarlasın,fazla uzaklaşmayın.

İşte o an! O!! şükür,diyerek herkesin kendini toprak,ot,çalı çırpı önemli değil sadece vücudunu dinlendirmek istediği on beş dakikalık zamanı. En iyi şekilde bunun tadını çıkarmalı:)

Aşağıdan yukarı tırmandıkça,yüksek basınç,oksijen bir anda insan vücudunda yeni dengeler oluşturuyor. İşte insan beden yapıları nasıl farklı ise bu olayda her kişiye göre farklı iyi ya da kötü sonuçlara neden oluyor. Deneyerek öğrenmenin en iyi yollarından biri.

Onbeş dakikalık molada sadece uzanmak, kollarımı yukaru doğru uzatmak,bacaklarımı germek,gözlerimi kapamak istiyorum,öyle yapıyorum. Kahvaltı yapmak istemiyorum,sadece bedenimi dinlendirmek ve önüme nelerin çıkacağını bilmediğim yol için enerji toplamak istiyorum. Sabah evden çıkmadan bir su bardağı taze sıkılmış portakal suyu içmiş, arabada da çıtır çıtır sıcacık bir simitle ,bir dilim tulum peyniri yemiştim.  Bol su içebilirim,ter ile vücudumdan kaybolan su kaybımı yerine koymalıyım.Kan şekerimin düşmemesi için,bir parça çukulata, kuru üzüm yiyebilirim. Yoksa dolu mide ile ne bu yokuş,nede yürüyüş yapılır anlamıştım:)

Mola dakikaları bitti. Rehberin sesi yine etrafta yankı yapıyor,herkes hazır mı? Şimdi  yolumuz fazla yokuş değil,uzun patika bir yol, yolun sonunda meryem anaya ulaşacağız. Karşımızda kocaman bir orman var,oradan değil,yanında bulunan yoldan yürüyeceğiz. Rehber daha önce bu yolları kimbilir kaç defa geçti diye düşündüm bir an. Ben ilk yaşıyordum:)

Yavaş,yavaş arkadaşlar,kendi aralarında çiftler, dostlar, yürüme temposuna göre, bazan öne geçerek,bazen geri kalarak bazen,fotoğraf çekerek yürümeye başladılar,bende yerimi belirlemeye çalışıyorum,bir taraftanda fotoğraf çekiyorum. Aman Allahım bu ne güzellik,bir anda yorgunluğumu unuttum. Yolun sağında solunda yüzlerce uçları göğe uzanmış,renk renk üzerinde biz buradayız, buyrun bizleri yiyebilirsiniz, sizler için yaratıldık diyen ağaç çilekleri. Herkes mutlu, bir anda fotağraf makinalarının deklanşörleri şakımaya başladı. Herkes heyecanlı,sevinçli,mutlu. İşte yokuş sonrası dayanılmaz güzellikte nefis bir manzara bütün yorgunluğumuzu unutturdu bir anda. Herkes bir taraftan fotoğraf çekiyor, bir taraftan dağ çilek ağaçlarının dallarından kopardıkları renk renk çilekleri avuçlarını doldurup ağızlarına götürüyorlar. Bende farklı değilim:) Bir an seralarda yetiştirilen çilekleri düşündüm. Onlar yazın bunlar kışın oluyor. Yani iki mevsimde de çilek yiyebiliyoruz. Bir kez daha şükrettim.Dağ çilekleri yol boyunca iki taraftada yayılmıştı,insanlara, kuşlara ve daha nice bilemediğimiz diğer canlılara. Denemeden karar vermemekle iyi yapmışım:)