Cennet Ataköy(4)

Sabah ataköyün içini ve çevresini keşfe çıkacağız, biraz sonra:)Kahvaltılarımızı yaptık, hazırlandık yürüyerek köyün içinden gezerek ,çevreyi tanıyarak , terastan bana gel, gel, beni keşfet, neler saklıyorum gör diye çağıran çam ağaçları, kekik kokulu dağlara çıkacağız. Bahçe kapısından elimizde yiyeceklerimiz, suyumuz, kameramız yürüyoruz hafif inişli yolda.Sol tarafta terasta oturmuş komşularla selamlaşıldı, sohbetler yapıldı,yürümeye devam ettik, işte şimdi sağ taraftaki terasta bir hanımla selamlaşıldı, hadi sende gel diye davet edildi, o da tamam deyip hızla terastan inip yanımıza geldi, çoğalarak kare taşlarla döşenmiş yolda sohbet ederek yürüyoruz, sola döndük, yürüyoruz.Köy meydanına geldik.Kahvehane, bakkal, köy meydanı ve köy muhtarlığı yan yana hepsi.Bakkalın önünde yaşlıca bir amcanın önünden geçiyoruz Tülayım selam verdi hatırını sordu, döndü bana biliyor musun bu selim amca Bulgaristan göçmeni, yıllar önce buraya gelip yerleşmiş, şimdi yalnız yaşıyor, eşini kaybetmiş, çocuğuda yok, camiden eve evden camiye gider gelir, çok iyidir, kendi kendini idare ediyor.İster istemez irkildim ,Selim amca sen Bulgaristanın neresinden geldin biliyor musun? Diye sordum çünkü çoğu çok küçük gelmiştir, ya da buralarda doğmuşlardır, annemden,babamdan biliyorum. Hızlatardan geldik biz dedi, çocukluğumda büyüklerimden çok duyardım bu Hızlatarı ama çokta merak edip öğrenmemiştim aslında, annemler mi, babamlar mı Hızlatardan gelmişlerdi acaba, birileri oradan gelmişti ama hangi taraftı hala kesin bilemiyorum,Selim amcada işte aynı yerden gelmişti, kaç yaşında gelmişti acaba  bizimkilerle  birlikte mi gelmişlerdi, bizimkileri tanıyorlarmıydı? Birden bire kafamda arka arkaya sorular sıralanmıştı, belkide akrabalığımız vardır ama bizler bilmiyoruz. Atatürk diğer ülkelerdeki Türklerimizi Olsmanlı sonrası, Cumhuriyetin kurulması ile  Türkiyeye gelmek isteyen Türklerimiz gelsinler deyince, oradaki bütün mal varlıklarını, yaşamlarını bırakıp, akın akın gelmişlerdi o zamanlar. Gelenler farklı yerlere yerleştirilmişlerdi. O zaman böyle tlf, internet vs. olmadığı için herkes bir birini kaybetmişti. Herkes akrabasını, yakınını aramak istesede arayamıyordu, sıfırdan yeni bir düzen kurma telaşına düşmüşlerdi .Annem anlatırdı Bursa Karasuda halam varmış ,ama ben hiç görmedim derdi.İşte karşımda yine böyle biri vardı, acaba akraba olablrmiyiz, annemin ya da babamın çocukluğunu biliyormudur diye düşünmeden edemedim. Hızlatar eskiden öyle büyük bir yer değilmiş, bütün Türkler birbirine orada sıkı sıkı bağlılarmış, herkes birbirini tanırmış.Abe kimler derlermiş sizinkilere  diye sordu Selim dede, lakapları ile tanırım , sen tanırsında Selim amca ama ben bilmiyorum ki dedim ,  döndüğümde bunu öğrenmeliyim diye içimden geçirdim.Bilsen söylesen, belki tanırım dedi Selim amca, onunda kafasında bir soru işareti bırakıp yürüyerek yanından ayrıldık. İşte bakkalın önünde dondurma buzluğu bize bakıyor, elimizde birer dondurma ile serinleyerek yürümek, çocuk olmak iyi olacaktı, herkesin isteğine göre dondurmalarımızı alıp yiyerek Ataköyün dışına doğru toprak yolda yürmeye başladık. Yolun her iki tarafındada duvarlardan, çitlerden sarkan hanımeliler, güller, asma dalları, ağaçların eğilmiş dalları ile nasılda güzeldi.Tezek kokuları, toprak kokusu ile karışıyordu şimdi, evlerin bahçelerinde hayvanları vardı anlaşılan.Traktöre takılmış küçük bir römork , römorkta  iki üç kadın ,traktörü süren yağız bir genç,yanımızdan geçiyorlar,selamlaşıyorlar bizimkilerle, evet birbirlerini tanıdıklarını görüyordum.Traktörü durdurdu, ben hiç traktöre binip resim çekilmemiştim daha önce bunu şimdi deneyebilirdim, deneyemedim, bir daha ki sefere inşaallah:) Seradan geliyorlarmış,seracılık buralarda yaygın, salatalık çok üretiliyormuş. evlerinin önüne geldikleri için traktör durmuş, şimdi evlerinin kapısını açıp girdiklerinde anladım.Yürüyoruz, sokak çeşmesinin yanından geçiyoruz, çeşmede öyle açma kapama vanası yok, devamlı bir borudan önündeki taştan bütün yapılmış bir su yalağına akıyor(yalak: eski mezar taşlarına benzer dikdörtgen bir taşın oyulması ile yapılan  büyük bir küvet, suyunu sızdırmaz, tek parçadır). Buz gibi lezzetli dağların arasından süzülerek gelen hakiki kaynak suyu, iç içebildiğin kadar, borudan insanlar yalağından hayvanlar içiyor, eşitlik var dedim, hayvanda insanda aynı suyu içiyor, şehirlerdeki gibi değil, insanlara damacana suyu ,hayvanlara içilmez denilen çeşme suyu gibi ayrıcalık yapılmıyor, medeniyetin zararını görmemiş buraları henüz dedim. İçimizi, ellerimizi, yüzümüzü o güzel kaynak suyu ile serinletip,yolumuza devam ediyoruz,burnumuza çam ağaçlarının esen rüzgarla gelen kokusu dağlara yaklaşatığımızı anlatıyor, işte karşımızda yemyeşil çam ormanları ile dağlar sıralanmış,hemen dibinde kocaman bir göl seyretmeye doyamıyorum, tablo gibi karşımda duruyorlar.Adımlarım hızlandı ,bir an önce ulaşmalıydım bu güzelliğe ,ulaştık ,koyunlar, keçiler çobanla birlikte gölün kenarında otluyorlar, kitaplarda görüyoruz ama gerçeğini yaşamak ayrı güzel,işte resim çekilmesi şart olan bir yerdeyim, bol bol resim çekmeliyim dedim ve öyle yaptık arkadaşlarla birlikte herkes birbirinin resmini çekiyordu.Göl ve çevresindekileri istemesekte terketmek zorundaydık, gezilecek, keşfedilecek çok yerler vardı,yürüyerek ormanın içine doğru kaybolduk, Her yıl orman şefliği tarafından kesilecek ağaçlar işaretlenir, görevliler tarfından kesilirler, istiflenirler, gerekli yerlere ulaştırılırmış, acaba kesilen her ağacın yerine anında birde diken görevliler göndermeyi akıl ediyorlar mı diye düşündüm bir anda. Kesmek nasıl proğramlı yapılıyorsa, aynı proğram dahilinde hemen bir tanede dikmek şartı getirilmiş olsa.O zaman dağlarımızın ağaçları hiç eksilmez, gelecek nesillerimize geçmiş nesillerimizden bize kalmış gibi miraslarımızı bırakabilsek, bir ülkenin geleceği bu günden başlar.Kekik kokuları iyice yakınımızda hissediyoruz,işte yemyeşil gruplar halinde taşların aralarından bize gülümseyen farklı iki kekik türü,biri daha keskin silifken denileni diğeride bizim mutfaklarımızda kullandığımız kekik.Silikfen olanından damıtma usulu kekik suyu yapıldığını öğrenmiştim daha önce şişelere doldurulup her yıl köylü kadınlarımız bu yılın mahsulü diyerek satıyorlardı görmüştüm, mide üşütmelerinde, karın ağrılarında bire bir derlerdi büyüklerimiz, hatta annemin hep bir köşesinde bulunurdu çocukluğumda, karnı ağrıyan, midesi bozulana hemen bir kaşık içirilirdi, önce sıkı bir yanma hissi, sonra rahatlama olurmuş, ben hiç denemedim, içenlerden duydum:) Kucak kucak topluyoruz, torbalarımıza dolduruyoruz, taze kekiklerin yapraklarını ekmeğinizin arasına siyah zeytinle birlikte koyup hiç yediniz mi? Bana yıllar önce bir arkadaşım öğretmişti, arkadaşımın izini kaybetmiştim, ama lezzetini hep yanımda taşıdım, ne zaman taze kekik görsem hep arkadaşımı ve ekmek aramızı hatırlarım, ve sanki o yanımdaymış gibi hemen ekmeğimin arasına kekik yaprakları ve siyah zeytinlerimi doldurur sandivicimi arkadaşım yanımdaymış gibi yerim, sizlerde böyle güzel yerlere yolunuz düştüğünde belki beni hatırlayıp denersiniz:) beğenirseniz her yiyişinizde iyi ki bu satırları okumuşum dersiniz.Kesilen ağaçların minik kozaları yerlere savrulmuştu,içim bir kez daha acıdı, buradaki çamların kozalarından akan zamkları dikkatimi çekti bir anda, daha önce hiç dikkat etmemiştim, ya da böyle zamkını dışarı akıtan çam ağacı görmemiştim. Bu çamlardan kullanılmak üzere zamk çıkarma işi yapılıyor mu diye düşündüm, kesmek yerine zamkından niye faydalanmıyorlar acaba? Doğamızı bilinçli kullanmalıyız ,yolumuz inişli, çıkışlıydı, ve görüntüler harikaydı, bol bol resim çekiyorum,minik kozalardan hatıra alıyorum, onları yaldız boya ile boyayıp salonumda dekor olarak kullanacağım, yoksa yerlerde üstünden geçen arabalar insanlar ezip gidiyorlar.Yokuş aşağıya inişlerimiz başladı, keçileri düşündüm bir an, keçi olmak kolay bir iş değilmiş:) her çıkışın bir inişi varmış, bizlerde iniş aşağı taşlara, dallara tutunarak tek tek inişlerimizi tamamlıyoruz, rengarenk çiçekler ayaklarımızın altındalar, ezmemeye çalışıyorum, öyle güzeller ki hepsi, Tülayım bunlardan bahçene dikelim ne olur, şu renklerine baksana diyorum. O da bahçe dolu, ekecek yer kalmadı diyor, buralara gelip görüyorum nasıl olsa, haklı istediği zaman gelip görebilir ama içim rahat değil, bir kaç tane kendi elimle bahçesine dikmeliyim kenarlara bir yerlere, çünki çiçekleri seviyorum, arkadaşımın bahçesinde bir kaç yeni çiçek olsun diyorum işte yokuşumuzun sonuna geldik, Ataköyün bir başından girip öbür başından dağları dolaşıp evimizin sokağına geldik, komşumuz evine gitmek üzere ayrıldı, bizde evimize doğru yürüyerek geldik, şaka değil bütün gün dolaşmıştık, yorulmuştuk ama değdi temiz hava ve doğa güzellikleri hem ruhumuzu hemde bedenimize iyi gelmişti. Akşam asker uğurlama eğlencesi varmış Ataköy meydanında, buranın geleneklerinide göreceğim için mutluyum.beşinci bölümde anlatmalıyım onuda.

Paylaşmak güzeldir

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Süre doldu. Lütfen kodu yenileyerek tekrar yazınız.

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.