Akşam üstü güneşin sıcaklığı yavaş yavaş yok olmuş, tatlı hoş esen rüzgarla doğanın çeşitli kokuları etrafı doldurmaya başlamıştı. Portakal, limon, mandalina ağaçlarının çiçeklerinden gelen kokuları içimize çekiyoruz mis gibi kokuyorlar. Yanımıza, yiyecek, su ve kameralarımızı alıp yola çıktık. Araba ile dolaşacağız beğendiğimiz yerlerde ineceğiz, yürüyerek dolaşacağız, resimler çekeceğiz. Evin bahçesinden dar köy sokaklarından yavaş yavaş gidiyoruz, Tülayım Değirmendere’ye gidelim oralarda da çok güzel yerler var dedi. Buraları o biliyordu, o öyle diyorsa öyledir, peki dedik, o yöne doğru gitmeye başladık. Yemyeşil ağaçlar yol kenarlarında sıralanmışlar, gelene geçene selam veriyorlar, nasılda başları dik, asil duruyorlardı, yıllanmış ağaçların arasında genç olanlarıda onlara bakıp başları dik durmayı öğreniyorlardı. İki katlı bir binanın orada arabayı durdurdu, burada tanıdıklarımız oturuyor, onlara gidip biraz oturalım dedi, birlikte merdivenlere sıralandık arka arkaya üst kata çıktık, güler yüzlü hoş bir bayanla incecik cıvıl cıvıl genç kız sevinçle karşıladılar. Buralarda hala güzel geleneklerimiz sürüyor diye sevindim. Büyük kentlerde haber vermeden insanlar birbirlerine gidemez oldular artık, henüz şükür buralarda böyle bir sıkıntı yok. Sular, çaylar içildi, sohbetler yapıldı, hadi birlikte gezelim denildi ve çoğalarak yollara düştük. Hoştu herkes aynı duyguları paylaşabiliyordu. Arabamızın radyosundan gelen müzik sesi bir anda hepimizi coşturdu. Arabayı durdurduk, aşağıya indik etraftaki tepelerde sıralanmış binlerce ağaç bizleri seyrederken biz sadece ruhumuzdaki bizi coşturan müzik eşliğinde halay çekiyoruz. Kameralarımızı getirmiştik, işte bu anı ölümsüzleştirmeliydik ve öyle de yaptık. Müzik bitti tekrar arabaya bindik karşıda uçsuz bucaksız bir göl var ona doğru gidiyoruz, burası tahtalı barajı, dağlardan kışın akan suları burada topluyorlar, köylerin su ihtiyacını buradan karşılıyorlar. Balık var mı diye sordum, varmış ama tutulmasına izin verilmiyormuş, öyle eline oltasını alan, teknesini alan gidip tutamıyormuş her zaman belirli zamanlarda izin veriyorlarmış. Etrafı seyretmeye doyamıyorum, dağların kekik kokuları, çam kokuları ile rüzgarla burun deliklerimden içeri girdikçe kendimi cennetteyim sandım. Rengarenk çiçekler, sürü halinde koyunlar ve derin bir sessizlik, uçsuz bucaksız ormanlar inişli çıkışlı yollarla birbirine bağlanmış gelin, gelin, bizleri görün sizlerle tanışalım, diye davet ediyorlardı, zaman epey geç olmuştu, bu günlük yürüyüşten çok araba turu yapacaktık anlaşıldı. Dönüş yolumuzu değiştirelim farklı yoldan gidelim dedik ve öyle yaptık, nasılda güzel evler, yollar varmış meğer buralarda, iki katlı geniş bahçeli,rengarenk güller yollara taşmış bahçe duvarlarından. Evlerin çoğu boş, sahipleri büyük kentlerde çalışıyorlar, tatillerde ancak gelebiliyorlarmış. Bir an düşündüm, böyle bir cennet var, insanlar büyük kentlerde taş binaların içinde ömrünü geçiriyor, emekli olunca gelebilecekler, işte o zamanda ömürleri yetecek mi acaba bu güzel cennette yaşamaya? Dönüşümüzde, elimde kamera bol bol resimler çekiyorum, bazen arabayı durduruyoruz, yollardaki meyve ağaçlarından meyveler yiyoruz, resimler çekiyoruz. Tatil denilince önce sahiller, büyük oteller akşamları sonuna kadar açılmış müzikle sokaklarda adım atmakta zorlandığımız yerleri düşünüyoruz. Oysa tatil vücudun ve ruhun dinlenmesi için bir süreliğine temiz hava bol gıda alması değil midir? Vücudumuza saygı göstermeliyiz, ona değer vermeliyiz ki oda bize hizmet etsin. Tatillerimizden döndüğümüzde eğer beden ve ruhumuzu dinlendirmek yerine yormuşsak, büyük kentin taş binaları ve her kullandığımız teknolojiden aldığımız radyasyonla dokularımızı nasıl koruyabilirz ki? Evlerinden aldığımız yeni tanıdığım fakat çok sevdiğim güzel dostlarımızı evlerine bırakıp kendi evimize dönüyoruz,, yol kenarında uçsuz bucaksız papatya tarlası beni çağırıyor, gel gel diyor, dayanamadım, duralım ve burada bu güzel papatyaların içinde resim çekelim diye seslendim Tülayıma, o da görmüştü, en az benim kadar o da çılgındı. Arabadan elimizde kameralarımızla hızla papatya tarlasına koşuyoruz, sevinç çığlıklarımız gökyüzünü kaplamış durumda, papatyalar belimizin üstüne, sanki ağaç olmuşlardı, küme küme toplanmışlar, kendilerini beğendirme yarışına girmişlerdi sanki, hepsi çok güzeldi, hangisi ile resim çekileceğimizi şaşırdık. Resimler çekildi ama bir kucakta eve götürmeliydim, evde de onları doyasıya seyretmeliydim, öyle de yaptım, kocaman bir kucak dolusu papatya ile arabaya zor oturdum 🙂 Canım arkadaşım, bugünlük iyi gezmiş ve yorulmuştuk, yarın yürüyerek gideceğimiz, göreceğimiz çok güzel yerler olduğunu söyledi, erken yatıp dinlenmeliyiz ama malesef onu yapamıyoruz çektiğimiz resimlerimizi bilgisayara atıp büyütülmüş olarak seyredeceğiz. Videolarımız da ayrı güzel seyrettikçe kahkahalarımız odayı kapladı, annlerin hası güzel Hava annemiz Maşallahı var yaşının yarısı kadar inanın bizimle birlikte dağ tepe demiyor yürüyor, bunu doğadaki yaşamına ve inancına borçlu diyorum, bir kere bile yoruldum, yürüyemem demiyor, bizden önde gidiyor, işte dedim kişini yaşı önemli değil, hissettikleri önemli olan, iyi ki varsın, ben annemi kaybettim ama şimdi Hava annem var onu annem diye seviyorum. Bu günlük yeter diyorum, üçüncü bölümde buluşmak üzere.