Kuzine sobanın yanma çıtırdıları odayı kaplamaya başladı konuşmalarımıza ayrı bir ahenk katıyor, kemiklerimiz yavaş yavaş ısınmaya başlıyordu, gevşemeye başladık, sözcükler daha hızlı dudaklarımızdan dökülmeye başladı, birimiz susuyor, diğerimizi sözcükleri tamamlıyordu. Arada boşluk bırakmak istemiyorduk sanki. Eşi bizi dinliyor arada bir sözlerimize katılıyordu, çünkü henüz ona sıra gelmemişti, sabrediyordu biz iki bayanın birbirine anlatacağı birikmişliklerine. Arkadaşım seninle konuştuktan sonra Melahat’ı aradım ,eşi ile onlarda seni görmek için geldiler,geç saate kadar beklediler, gelmeyeceksin diye döndüler, onlar yola çıktı, sen aradın, kendisine telefonla haber verdim yakındaysanız dönün, geliyor dedim ama onlar çok uzağız geri dönmeyelim, o bize gelsin bekliyoruz dediler. Evet buradan gideceğim yerim vardı, önce buradaki güzel arkadaşlarımla olacaktım daha sonra diğer arkadaşlarımla. O gece sabaha kadar birimiz sustuk diğerimiz konuştu, zamanın nasıl geçtiğini anlamadık. Eşine bize katlanabileceksen oturabilirsin yok yatmak istiyorum dersen odana gidebilirsin dedik, epey katlandı oda, sonra ben gidiyorum dedi ve gitti. Sabaha karşı gözlerimiz mahmurlu, biraz yatalım sonra devam edelim dedik, yattık. Sabah uyandım, nasıl bir yere geldim deyip sokak kapısını açıp girişe çıktım, etrafa bakındım, gözlerim bir an karşıdaki dağlara gitti, aman allahım o da ne rüyalarımda defalarca uçtğum yer tam karşımda ne bir eksik, ne de bir fazla, yemyeşil ağaçlarla kaplı iki dağın birleştiği nokta ve benim uçarak dolaştığım yer. İnanamadım, bu nasıl birşeydi? Bir an rüyamı ve son altı aydır yaptıklarımı düşündüm. Bilgisayarda hep satılık yer baktığım şehrin bir dağ köyündeyim ve o dağ karşımda duruyor, arkadaşlarımın bekleyip beni aldıkları şehirde bu satılık yer aradığım şehirdi. Ben neyi, nasıl, niçin rüyalarımda görmüş ve yapmıştım? Bunu anlamak mümkün değil. Bana arkadaşlarıma kavuşma yolumumu gösteriyordu yaradan? Evet işte bir anda gerçeklerle yüzyüzeydim. Bu güzel dağları yakından tanımalıydım, karşıdan çok güzel görünüyorlardı. Vatanımızın her yeri ayrı güzel, sabah kahvaltısı da onun kadar güzeldi. Kuzine sobasının üzerinde kızartılan ekmeklerin kokusu her yeri kaplamıştı, sıcacık kızarmış ev ekmekleri, üzerine sürülen hakiki tereyağ ve el yapımı reçeller, köy peynirleri, bahçedeki tavukların köy yumurtaları soframızı süslemişti. Bu gün bir kez daha mutlu olmuştum. Doğal çıkarsız dostluklar ve doğal yiyecekler, iki güzel duygu ve yaşam. Kahvaltı sonrası ertafı keşfe çıktım arkadaşımla, komşuları ne güzel kalpleri henüz kirlenmemiş, tam anadolu insanları. İşte bahçelerin etrafında duvar yok, birinden diğerine geçebiliyorsun, koyunlar, keçiler, tavuklar, horozlar, kediler, köpekler sakin ve özgürce etrafta dolaşıyorlar. Her yer henüz yeşil sonbaharın bitimi kışın başlangıcı olmasına rağmen, ağaçların bazıları yapraklarını dökmüş, bazıları yeşilliklerini koruyor.Arkadaşım hadi Ferideye gidelim, çok iyi biri sizi tanıştırayım, yürüyerek minik tepecikli, inişli yokuşlu patikalardan geçerek Feridenin mandalina ağaçlarının yanına ulaştık. Akadaşım mandalina ağaçlarından birine ellerini uzattı, bir tane kopardı, soymaya başladı, bu ağacın mandalinası çok güzel, sende kopar ye deyip kendi soyduğu mandalinanın dilimlerini tek tek ağzına atmaya başladı. Şaşkındım, denileni yaptım, iyi ama sahibinden izinsiz koparıyoruz, olurmu ki? Güldü haklısın dedi ama burada herkes herkesin bahçesinden canı çektiği kadarını yer, kimse kimseye kızmaz, kimse kimeye zarar vermez, baksana herkesin bahçesi açık, kimse kimseye zarar vermez. Ne güzel bir yer dedim, hala böyle güzel insanlarımızın, yerlerimizin olması. Evet midemizin kabul ettiği kadar mandalina ağaçlarının lezzeti güzel denilenlerinden yeterince yemiştik, ben bu arada etrafı incelemeye başlamıştım gözlerimle. Hem ellerim hem gözlerim çalışıyordu. Hadi şimdi şu karşıda gördüğün ev Feridenin oraya gidelim dedi arkadaşım, onu takip ettim, o biliyor buraları, eve yaklaştık Feride diye seslendi arkadaşım, evin hayatında ince uzun bolu makyajsız ama hala saf güzelliği ile ben doğal güzel bir kadınım dercesine Feride göründü, gel… yürüyoruz ona doğru, dört basamak sonra yanındayız, basamakları çıkıyoruz, arkadaşım önde ben arkasındayım, Feride ile tanıştırlıdım, bu benim yıllardır görüşemediğim arkadaşım… Sana getirdim, tanışın istedim dedi. Hoş kadındı, misafirperverdi, arkadaşım hayattaki küçük masanın altındaki içi dolu bir torbayı kendine doğru çekti, eğildi torbanın yanındaki iri bir taşı aldı, iri, düz sayılacak kadar tahta bir oturağı altına çekti, üstüne oturdu, naylon poşetin ağzını açtı, içinden tek tek cevizleri çıkarıp iri taşla kırıp, temizleyip bir tanesini ağzına koydu, çiğnemeye başladı, bir tanede bana uzattı, al bak çok lezzetlidir, hadi sende cevizleri kendin kır ye, gayet rahattı, sanki kendi evindeki cevizlerini canı çekmişte kırıp yiyordu. Ben yine şaşkın bakışlarla elimi verdiği cevize uzattım, aldım, ağzıma götürdüm, bir gözümde ev sahibi Feridede. Al al çekinme, istediğin kadar ye, çok var daha, eğildim, cevizi ve taşı aldım kırmaya başladım, burada gelenekler böyleymiş, bende onlar gibi yaptım. Büyük kentlerde unutulmuş gönül zenginlikleri şükür anadolu insanlarımda hala var. Bir taraftan kırıyoruz bir taraftan konuşuyoruz, karşıdan ufak tefek kırkla elli yaşları arasında sandığım erkek eve doğru omuzunda heybesi ile geliyor. Münevver soruyor nereden geliyor diye Ferideye. Mersine gitti yarın pazara götürüp satacak… Mersin kış meyvesi dağların güzelliğidir bilirim, demek bu dağlarda mersin varmış, mezar ziyaretlerinde dallarını mezar başlarına koyarlar, acaba kaç kişi meyvesini yemesini bilir. Yavaş yavaş merdivenleri çıktı, hoşgeldiniz dedi, omuzunda ki heybeyi yavaşça yere indirdi ağzını açtı buyrun dedi. Pazara götürüp üç beş kuruş kazanacağı üç dört kilo ancak geleceğini tahmin ettiğim mersin meyvelerini bize ikaram ediyordu. Bir kez daha sevdim bu güzel gönülleri tok kalpleri temiz insanları. Mersini severim ama alıp yemeye gönlüm razı değil, kimbilir onları toplarken nasıl yorulmuştur, alın alın diye ısrar ediyorlar, siyah ve beyaz mersin meyveleri irili ufaklı ye beni ye beni diyor yüzüme bakarak, ellerimi uzattım bir avuç aldım, ağzıma attım, hmımm lezzetliymiş dedim, saf doğal herşey güzel oluyor bunu bilir bunu söylerim her zaman, işte ne kadar doğal lezzetli dedim. Yakınmı topladığınız yer, oralara gidebilirmiyiz birlikte, ben doğayı seviyorum, buralara gelmişken bu doğal yerleri gezmek görmek istiyorum diye sözcükleri arka arkaya sıraladım. Bir el uzandı karşıya doğru, ha.. şurası yürüyerek gideriz ne zaman istersen Feridenin eliydi. Evet burada da iyi beslenmiştik yolcu yolunda gerek diyip kalktık, dağlardan mis gibi kekik kokuları buralara kadar geliyordu her rüzgarın esmesi ile kekik kokan arka tepelere gitmeliyiz dedim arkadaşıma, oraları gezmeliyim, görmeliyim birlikte ev sahiplerine teşekkür ettik, ertesi gün mersin toplamaya karşı dağa gitmek üzere anlaştık ve arkadaki kekik kokan dağa yönümüzü döndük, rengarenk laleler tepelerden gelin gelin gelin diyorlardı. Onlar bize gelemiyorsa biz onlara gitmeliyiz dedim içimden. Yokuş yukarı tırmanmaya başladık, ayağımıza bazen kurumuş bir dal bazen bir sarmaşık kökü takılıyordu, olsun bu güzel doğayı keşfetmeye değerdi herşey. Yukarılara doğru tırmandıkça kekikler ve onların yanında serpilmiş rengarenk laleler, lila, beyaz, sarı renkleri ile farklı çiçekler, hepsi ayrı güzel. Cennet cennet dedikleri yerlerden bir yer burası, insanın ömrü uzar burada dedim içimden, arkadaşım ve eşi buraları boşuna beğenmemişler büyük kentten kaçıp buralara gelme sebeplerini anladım şimdi. İyi ki gelmişler, onların sayesinde bende bu güzellikleri görmüş, yaşamış oldum.