İki haftalık doğaya açılma süresi doldu, heyecanlıyım,daha önce denemediğim,yaşamadığım bir yaşama adım atma günü geldi.
Sabah saat sıfır sekizde herkes hükümet binasının önünde toplansın diye bilgilendirildik. Grubun üç kişisini kısa sohbet sırasında tanımıştım,geriye kaç kişiyi tanıyacaktım,neler yaşıyacaktım?
Sabah sekizde denilen yere gittim. Bir tane münibüs, bir tanede midübüs arka arkaya durmuş dağları fethedecek ruhları genç,yaşları farklı insanları gidecekleri yere götürmek üzere bekliyordu. Bir anda sırt çantaları ile bir sürü erkekler,bayanlar,gençler,çocuklar,yaşlılar birikti. Tanıdıklarımla selamlaştım,diğerlerinin içinde tanıdığım kimseler varmı diyerek her gelene alıcı gözü ile bakıyorum. Henüz hiç birini tanımıyorum, önemli değil,nasıl olsa aynı yokuşları ,inişleri birlikte gitmeyecekmiyiz, tanışacağız elbette.Yaşamımız boyunca hep böyle olmuyor mu?İşte buda yeni dostlukların,arkadaşlıkların kurulacağı,belkide ortak özelliklerimizin, yaşanmışlıklarımızın ortak dostlarımızın var olduğu fakat haberdar olmadığımız bir başlangıç olacak.
Bir anda ortalık çok kalabalıklaştı. Minübüs gitti,iki yeni midübüs geldi. Üç midübüse sonradan öğrendiğim doksanüç kişi bindik,yola çıktık.
Gençlerden biri elinde bir kağıt,kalemle midübüs koridorunda durmuş,lütfen herkes adını yazsın,imzalasın,sizler yazarken bende yürüyüşleimizle ilgili bilgileri anlatacağım,aramıza yeni katılanlarında bilgilenmesi için diyerek anlatmaya başladı.
Ruhumun muzurluğu tutmuştu bir kere, anlattıklarının muzip yönlerini bulup,espriye dönüştürmek hoşuma gidiyordu:) Gençle ilk sıcak dostluk elektiriğini yakalamıştık,abla sen aramıza yeni katıldın gördüğüm kadarı ile dediğinde,dördüncü arkadaşımlada tanışmış oldum.
Midübüs içinde koltuklarda oturan tanımadığım,tanışacağım güzel insanlara baktığımda,herkes sıcak,sevgi dolu,birbirlerini tanıyan,kendi aralarında konuşan,espriler yapan sesler ve görüntüler sinema seyrediyorum hissini verdi o an.
Herkes sanatçıydı,herkesin bir rolü vardı. Dünya sahne,yaradılmışlarda rollerini oynamaz mı zaten dünyada. Şimdi midübüsün içinde bir dekor kurulmuş, güzel insanlarda sahnede kendi bildikleri rolleri oynuyorlardı.
Kendimi bir an tek başına tiyatroya gitmiş,koltukta tek başına oturan bir seyirci gibi hissettim. Henüz,rolümün ne olduğunu,rol alıp,alamıyacağımı bile bilmiyorum.
Genç yönetmenin dikkatini çekmiştim,küçük bir rol almıştım, sadece bir kaç saniyelik figuran rolüm olmuştu, tekrar koltuğuma oturmuştum. Tiyatro oyunlarında hani bazen seyircileri oyunun içine katarlarya, işte öyle olmuştu.
Gencin sesi ile irkildim,düşüncelerimden ayrıldım. Geldik , biraz sonra arabadan ineceğiz, arabada bırakmak istediğiniz bir şeyiniz varsa bırakın, ancak tekrar bindiğinizde bıraktıklarınıza kavuşacaksınız. Çünkü arablar bizi burada bırakcak,Selçukta almaya gelecek.
Bir anda çamlık taş ocakları neresi diyerek,midübüsün camından dışarı baktım. Dağ kenarında arabalar arka arkaya durdu,herkes tek tek arabalardan inmeye başladı. İnmeliyim,herkesin yaptığını yapmalıyım,al sana işte yeni deneyler yaşamak istiyorsun:)yaşa ve gör.
Herkes bir araya toplandı,gidilecek yol,şartlar,yapılacaklar, öneri ve tavsiyeler açıklandı. Heyecanlı ve meraklıyım,kulağım anlatılanlarda, ellerim fotağraf makinesinin deklanşöründe bu anı kalıcı yapma telaşındayım.
Öncü,ortacı ve artçı rehberlerden ayrılmamız gerekiyormuş. Hı… meçhulde kaybolmamak için bunu aklımın bir köşesine yazdım. Rehberlerin adları ve kendileri yerlerini almaya başladı. Bir anda herkes sıraya girdi, yürüyüş önce yavaştan,sonra giderek hızlanmaya başladı. Yol gittikçe yokuşlaşıyor,ormanın içine doğru yürüyoruz,çalılar,ağaç dalları, ayağımızın altından kayan topraklar,taşlar,kıyafetlerimize takılan dikenli dallar. Keçi gibi tırmanıyoruz:) Bacakları uzun olanlar bir üste çıkışta hopppp bacağını uzatıyor küt diye yukarı kendini çıkarıyor, bacakları kısa olan benim gibi olanlar bacağını uzatıyor fakat bir önden uzun bacağı ile yukarı çıkan arkadaşın bastığı yere basmak istiyor, mümkün değil,bacak ölçüsü yetmiyor:))Etrafında tutunacak ağaç dalları, ot, bir şeyler arıyor, onlardan birine tutunup kuvvet alıp bir üste çıkmak için. Bazen buluyor, bazen bulamıyor. İşte o zaman bir üste çıkan arkadaş geriye dönüp elini uzatıyor, tut elimi, yukarı çekeyim seni diyor. İşte o an arkadaşlık,dayanışma, yardımlaşma, bir birine destek,sahip çıkma, insan olmanın iyi doğru yönünü bir kere daha öğreniyoruz.
Orman ve insan bir anda bütünleşiyor. Ne kadar, nasıl tırmandığımızın zamanı, ölçüsü bir anda bir an önce buradan nefes alabileceğimiz, oh!! diyebileceğimiz yere ulaşmak oluyor. Adrenalin, oksijen,ağaçların hışırtıları, kuş sesleri, insan sesleri bir birine karışıyor. Bir öncekinin tutup kendini yukarı çektiği dalı bıraktığı an! İşte ona herkes dikkat etmek zorunda, bir önceki arkasında tırmanmaya hazır arkadaşına sesleniyor. Dikkat et! dalı bırakıyorum yüzüne gelmesin. Her tırmandığımız, adımımızı bir üst taş,kaya,toprak parçasına koyduğumuzda, akciğerlerimizin ormandaki ağaçlardan gelen oksijenle dolması, yükseldikçe basıncın artması ile burnunuzdan nefes alın,ağzınızdan verin sesleri bir birine karışıyor.
Bir anda uçları gökyüzüne ulaşmak için sanki bir birleri ile yarışan çam ve daha nice farklı ağaçlar karşımızda duruyorlar. O!!o!!! hoş geldiniz,bizleri ziyarete mi geldiniz, buyrun gölgemizde gölgelenin, bir soluklanın,rahatlayın,bizler burada hep aynı yerde duruyoruz, iyi ki sizler geliyorsunuz,bir kaç farklı yüz görebiliyoruz dercesine bizlere hışırtıları ile sesleniyorlar. Ağaçların gölgesinde minik farklı bitkiler, çiçekler, renkleri,şekilleri,kokuları ile ayrı güzelliklerle bizleri karşılıyorlar.
Rehberin sesi bir anda yükseliyor. Sabah kahvaltısı yapmak,dinlenmek için onbeş dakika mola veriyoruz, şimdi saat on,herkes kendini ona göre ayarlasın,fazla uzaklaşmayın.
İşte o an! O!! şükür,diyerek herkesin kendini toprak,ot,çalı çırpı önemli değil sadece vücudunu dinlendirmek istediği on beş dakikalık zamanı. En iyi şekilde bunun tadını çıkarmalı:)
Aşağıdan yukarı tırmandıkça,yüksek basınç,oksijen bir anda insan vücudunda yeni dengeler oluşturuyor. İşte insan beden yapıları nasıl farklı ise bu olayda her kişiye göre farklı iyi ya da kötü sonuçlara neden oluyor. Deneyerek öğrenmenin en iyi yollarından biri.
Onbeş dakikalık molada sadece uzanmak, kollarımı yukaru doğru uzatmak,bacaklarımı germek,gözlerimi kapamak istiyorum,öyle yapıyorum. Kahvaltı yapmak istemiyorum,sadece bedenimi dinlendirmek ve önüme nelerin çıkacağını bilmediğim yol için enerji toplamak istiyorum. Sabah evden çıkmadan bir su bardağı taze sıkılmış portakal suyu içmiş, arabada da çıtır çıtır sıcacık bir simitle ,bir dilim tulum peyniri yemiştim. Bol su içebilirim,ter ile vücudumdan kaybolan su kaybımı yerine koymalıyım.Kan şekerimin düşmemesi için,bir parça çukulata, kuru üzüm yiyebilirim. Yoksa dolu mide ile ne bu yokuş,nede yürüyüş yapılır anlamıştım:)
Mola dakikaları bitti. Rehberin sesi yine etrafta yankı yapıyor,herkes hazır mı? Şimdi yolumuz fazla yokuş değil,uzun patika bir yol, yolun sonunda meryem anaya ulaşacağız. Karşımızda kocaman bir orman var,oradan değil,yanında bulunan yoldan yürüyeceğiz. Rehber daha önce bu yolları kimbilir kaç defa geçti diye düşündüm bir an. Ben ilk yaşıyordum:)
Yavaş,yavaş arkadaşlar,kendi aralarında çiftler, dostlar, yürüme temposuna göre, bazan öne geçerek,bazen geri kalarak bazen,fotoğraf çekerek yürümeye başladılar,bende yerimi belirlemeye çalışıyorum,bir taraftanda fotoğraf çekiyorum. Aman Allahım bu ne güzellik,bir anda yorgunluğumu unuttum. Yolun sağında solunda yüzlerce uçları göğe uzanmış,renk renk üzerinde biz buradayız, buyrun bizleri yiyebilirsiniz, sizler için yaratıldık diyen ağaç çilekleri. Herkes mutlu, bir anda fotağraf makinalarının deklanşörleri şakımaya başladı. Herkes heyecanlı,sevinçli,mutlu. İşte yokuş sonrası dayanılmaz güzellikte nefis bir manzara bütün yorgunluğumuzu unutturdu bir anda. Herkes bir taraftan fotoğraf çekiyor, bir taraftan dağ çilek ağaçlarının dallarından kopardıkları renk renk çilekleri avuçlarını doldurup ağızlarına götürüyorlar. Bende farklı değilim:) Bir an seralarda yetiştirilen çilekleri düşündüm. Onlar yazın bunlar kışın oluyor. Yani iki mevsimde de çilek yiyebiliyoruz. Bir kez daha şükrettim.Dağ çilekleri yol boyunca iki taraftada yayılmıştı,insanlara, kuşlara ve daha nice bilemediğimiz diğer canlılara. Denemeden karar vermemekle iyi yapmışım:)