YANGIN

Otobüsten köylere ulaşan kavşakta en büyüğü on üç,en küçüğü üç yaşında Nazilli bardakları gibi sıralanmış dört çocuk, iki bayan indiler. Yürekleri acı, bedenleri yorgunlukla üç kilometrelik yolu yürüyerek evlerine ulaşmaları gerekiyor. Kış akşamları erken kararıyor,soğuk bir taraftan yüreklerini, bedenlerini üşütüyor. Üç yaşındaki en küçük Nazilli bardağı minik  vücudu, minik ayakları ile bütün gün yürümekten,ayakta olanlara anlam vermeye çalışarak yürümeye çalışıyor,düştü düşecek. Saçlarının beyazlarını boya, yüreğindeki acıları esprilerle kapatan elli yaşlarındaki bayan gözleri ile çocukların minik adımlarla yürümeye çalışmalarını izliyor, yüreği öyle yanıyor,tarifi mümkün değil. Gizli duaların sahibini biliyor, gizli duası ile gizlice yalvarıyor.. Kendisi için Dünyalık istemeyi utanan bayan,bu savunmasız,zayıf muhtaç sevimli,yorgun minikler için öyle içten yalvarıyor…

O ne? Arkalarından kendilerine doğru gelen bir arabanın homurtusu. Tam yanlarında durmuş,nereye gittiklerini mi soruyordu,arabanın camından uzatan asker. Saçlarının beyazlarını boya,yüreğinin acılarını dua ile saklayan bayan   gidecekleri köyün adını söyledi. Camdan başını uzatıp soran askerde bizde oraya gidiyoruz,binin arabaya götürelim dediler.

Minik adımları ile yürümekten kurtulmanın sevincini ,gözlerinde görmek… İşte Dünyanın en büyük zenginliği diye sessizce geçirdi yüreğinden  bayan.. İşte araba gelmişti. Askere sordu ,hayırdır,bu saatte buralarda ne oldu ki sizler buralardasınız? Askerin cevabı gittiğiniz köyde yangın varmış, ona bakmaya gidiyoruz .

Köy meydanında minik ayaklar arabadan sevinçle indiler,yuvalarına  kavuşan minik kuşlar gibi kanatlarını çırparak,cıvıl cıvıl öterek koşarak uzaklaştılar.. Kalbinden bin bir duygunun,birbirleri ile yarışırcasına geçmelerini hissediyordu, askerlere teşekkür edip sessizce o da çocukların peşinden yürüdü..

Aradan bir saat kadar zaman geçti,askerler arabaları ile evlerinin önünden geçiyorlar,dayanamadı bayan sordu,yangın nerede,nasıl olmuştu?

Askerin cevabı: Yanlış ihbar. Yangın yokmuş,merak etmeyin.

Saçlarının beyazlarını boya ile, yüreğinin acılarını kıvrılan dudaklarının acı gülümsemesinde gizleyerek… Sessizce yangın benim yüreğimde idi, işte ona ulaştınız,minik Nazilli bardakları gibi çocukları yuvalarına ulaştırdınız,  sonsuz şükürlerini göz yaşları olarak yanaklarından süzülüşünü gören minikler minik elleri,kolları ile sarılıp ağlama,ne olur diye yalvarışları..

 

Paylaşmak güzeldir

Fil Babamın, Yeni Kelleri

Dün 29 Ekim 2013 Cumhuriyetin 90.yılı kutlamaları, Marmaray projesinin açılışı… Çifte kavrulmuş fıstık gibi etrafa hem sesli, hem görüntülü mis gibi kokular savrulmuş, herkes kendine düşen payını alabilmek için, ellerini, yüreklerini açmış, sokaklar, sokakları kaplamış insanlar… Mutlu olmak, mutlu etmek için birbirleri ile yarışıyorlardı.

Kendi adıma hiç bir şeyi kaçırmak istemiyordum .Evde oturup, içinde yaşamak isteyip de yaşayamadıklarımın fotoğraflarını çekmek, arşiv oluşturmak için kendimle yarıştık adeta.

Cumhuriyetimizin doksanıncı yılını kutlama heyecanını gelecek nesillerimize aktarmak için benimde yapmam gerektiğine inandığım bir şey vardı.

Herkes kendine göre bu mutluluğu yaşadı. Kimileri torunlarını, kimileri çocuklarını yanına aldı sokaklara, kutlama meydanlarına koştular. Çünkü bu gün özel bir gündü, bunu hem kendi hafızalarına, hemde gelecek neslin hafızlarına kaydetmek istiyorlardı.

Bende, torunum, küçük çocuğum bu zaman diliminde olmadığı için, evde kalıp televizyondan dikkatle izleyip, gelecekte olacağını umut ettiğim torunlarıma, torunlarımın torunlarına… nice yeni doğacaklara kalemimle, hissettiğim gibi yazılarımla, fotoğraflarımla aktarmamın görevim olduğunu düşündüm.

Şarkı demez mi? ”Söz uçar, yazı kalır”  İki bin on üç yılının en çok çalınan, söylenen şarkılarından sadece biri.. Mehmet Erdem’in söylediği, bizlerin kendimize göre yorumladığımız şarkısı.

Her canlı bir gün ölecek, yenileri doğacak, geçmişi merak ettiğimiz gibi, yeni doğacaklar, bizler gibi geçmişi, yaşanmışlıkları merak edecekler. Tıpkı bizler gibi. Bizler nasıl tarihi müzeleri geziyor, yazılanları okuyup anlamaya, anlamlandırmaya çalışıyorsak, gelecekteki insanlar da farklı olmayacak.

Zıtlıkların, sevgisizliklerin, iyiliklerin, kötülüklerin, güzelliklerin, çirkinliklerin, yarış atları gibi birbirleri ile yarıştıkları bazen birini, diğerinin geçmesi ile son bulan gündüzler, gecelerle geçen zaman dediğimiz kavramlarımızda, işte dün bitti.

Dünü, dün yaşamış olsam da, aklımda yaşadıklarımı, gördüklerimi, hissettiklerimi sıraya koyup, bugün kalemimle aktarmamın uygun olduğunu düşündüm. Önce kendi hafızama kaydettim, şimdi gelecek nesillerimizin hafızalarına geçmesi için hafızamda sıraya koyduğum bilgileri, gelecek nesle aktarmak üzere yazacağım.

Bu yazı kalacak, birileri okurken, ben bulutların arasından seyredeceğim.. Başınızı kaldırın, gökyüzüne bakın, bilin ki sizleri görmeden seven biri vardı bir zamanlar bu dünyada…

Bizler nasıl Mustafa Kemal Atatürk’ü görmeden sevdik, sizlerde sevin.

O, elli yedi yıllık yaşamına çok şey sığdırmış. Yetim büyümüş, önce Kur’anı Kerim’i öğrenmiş, sonra asker olmuş. Hem yakışıklı, hem yüreği sevgi doluymuş.

Dünyada çocuklara, kadınlara, gençlere, her şeye değerlerini vermek için çalışmış.

23 Nisan 1920 de çocuklara bayram hediye ettiğinde, dünyanın hiç bir yerinde çocuklara bu değer verilmemişti. 19 Mayıs 1919 da hiç bir gence verilmemiş bayramı gençlere vermiştir.

Kadınlarında anne olup çocukları doğuran varlık olarak bu dünyada haklarının olduğunu, nikah olarak, seçme seçilme hakları olarak vermiştir.

Kur’anı Kerim’i okumuş diyorum çünkü Kur’anı Kerim’de kız çocuklarını diri diri gömenlerin, kız çocukları Allah’ın, erkek çocukları bizim diyenleri, anneniz sizi karnında taşıdı, otuz ay bakım süresinde size emek verdi ayetlerini okumuş, anlamış, kadınların da aynı yaratıcı tarafından yaratıldığının bilinci ile bildiklerini, öğrendikerini kanunlarla halkına bildirmiştir.

Dil, din, renk ayırımı yapmadan bu topraklarda omuz omuza birlikte savaşmayı da, yaşamayı da yaşamış, yaşatmıştır. Kurtuluş Savaşı, ne çok anlam ifade ediyor. İki kelimede.

Doksanıncı Cumhuriyet kutlamalarımızda, yüreklerimizden, akıllarımızdan film şeridi gibi geçti hepsi. Minnet ve şükranlarımızı anlatmak için sokaklara dökülmelerimiz, heyecanlanmalarımız boşuna değil.

Son 3 yıldır dünyada olanlara baktığımızda.. Müslüman dediğimiz Tunus, Libya, Suriye, Mısır… Sanki  bir yanardağ olmuş, volkanlar patlıyor, yakıcı lavlar etrafta bulunan canlıları yakıyor. Elbet yanardağlarda volkan patlamalarını tamamlayıp belli bir süre sonra duruyorlar. Bunlarda olanlarda duracak, ümidimizi yitirmiyoruz.

Evlerini terk edenler, kendilerine yeni yaşam alanları bulabilmek için yollara düşenler, denizlerde aldatılıp perişan olanlar, denizlerde boğulanlar. Korkutmak için değil küçüğüm, geçmişte yaşanmış kurtuluş savaşlarımızın bu günkü kutlamalarımızın arkasında yatan gerçeklerini yaşayan ülkelerden ders alıp bu günümüze sahip çıkmanın erdeminin bilincini yaşıyoruz..

Marmara denizi Avrupa kıtası ile, Asya kıtasını birbirine bağlayan inci gerdanlık gibidir. Nice insanlar yaşamıştır bu inci gerdanlığın etrafında.

Marmara denizinin altmış iki metre altından tüp geçit yapıldı, tüp geçidin içinden de hızlı tren geçecek.

Cumhuriyet öncesi dönemde projeler, hayaller varmış fakat o zamanki şartlarda hayaller gerçek olamamış. İnsanlar önce hayal ediyor, bazılarının hayalleri oluyor, bazılarının olamıyor, umutsuzluklara yer yok. Belki de o zamanlarda bu kadar insan yoktu, ihtiyaçta yoktu. ”İcatlar, ihtiyaçtan doğar” Şimdi İstanbul şehri çok kalabalıklaştı, inci gerdanlığın etrafı İstanbul’du bir zamanlar, oysa şimdi öylemi.

Bin dokuz yüz yetmiş yedi yılında görevim nedeni ile gittiğim İstanbul ile bu günkü İstanbul arasında çok fark var.  Taşdelen diye doğa harikası yerlerde o zamanlar insanlar piknik yaparlardı, şırıl şırıl akan sulardan avuçları ile kana kana su içerlerdi. Hele o kışın karların yağdığı zamanlarda karın üzerinde soğuktan morarmış ellerimizi ovuşturarak yanan mangal ateşinin etrafında nefesimizi ellerimize üfleyerek ısınmaya çalışır, o doğanın keyfini çıkarmaya çalışırdık. Gençlik güzeldir, yaşama sevincinin en doruk olduğu zamanlardır. İyi ki yaşamışım diyebilmek güzeldir. Ha! işte o güzel yerler şimdi ”Kat kat kadife, benim adım hanife” sözü gibi kat kat binalarla doldu. Şehirleşmek uğruna. Nasrettin Hocanın bindiği dalı kesmesi gibi bir şey. Nasrettin Hocayı da anlatayım. O ince hicivleri ile, kısa öz hikayeleri ile insanlara çok şey anlatır. Çocukluğumuz, ”Bir zamanlar bir Nasrettin Hoca varmış” hikayelerini okumakla, çocuklarıma da okutmakla geçti. İyi ki bu dünyadan Nasrettin hoca geçmiş. Bazen güldürür, bazen düşündürür.

Marmara denizinden, Nasrettin hocaya nasıl geldim:) Fil babamın, hortumunu üflemesinden, yeni yeni keller doğuyor diyorum. Fil babam da nereden  çıktı diye merak edenler olabilir.

Bu sabah çok erken uyandım. Gün ışımamış, horozlarda ötmüyordu. Yatağımda kendime göre düşünüyor, dua ediyordum. ”Her insan kendine göre dua eder, duası olmayan yoktur, kimi hayra, kimi şerre, bilerek ya da bilmeyerek, kendi lisanında ”Dışarıdan gelen ses Allahu ekberrrrr  ezan sesi odayı, kulağımdan bedenime girmesi ile bedeni mi doldurdu… Ezan sesi ile birlikte beynimde bir çok düşüncüler, duygular film şeridi gibi geçti… Düşünmek, anlamak, kavramak… Hepsi kendi içinde birer bilinmeyendir. Beynimin hangi lobunda gizlenmişse ”Fil babamın, yeni kelleri” cümlesi beynimin üst yüzeyine çıktı… Bu kelimeyi daha önce bir yerde okuduğumu hatırlamıyorum, söylediğimi de hatırlamıyorum, duyduğumu da hatırlamıyorum…. Hatırlamıyorummmmmm ötesi yok bunun. Bir kaç defa tekrar ettiğimde çok hoşuma gitti. Fil babamın, yeni Kelleri… Hikayemin başlığı bundan güzeli olamazdı… Tıpkı filin hortumundan suları etrafa fışkırması gibi düşüncelerim, hissettiklerim, yazmak istediklerim, en önemlisi MARMARAY da su içine döşenmiş tüplerin içinde yürüyen tren değil miydi? Tıpkı babamın filinin hortumu gibi, uzun, kıvrılıp bükülüyor, içinden su yerine insanlar fışkırıyor… İnsanlarda da son moda, trend, ne dersek diyelim ”kellik ” moda oldu. Saçını usturaya vurdurmuşlar, sakalları uzatmışlar, saçları kafada taşımak yerine, çenelerinde taşımayı tercih ediyorlar. Çenelerinde taşımaları dahamı havalı oluyor, daha mı kolay oluyor? Soracağım ahtım olsun…

Eskiden Hacılar, papazlar, hocalar sakallı olurdu… Top sakal, uzun sakal, sinek kaydı… Bir de kadınlar moda peşinde diyorlar… Erkeklerde moda yaratıyorlar kendilerine, haberiniz olsun..

Marmaray açılışında Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, İç işleri bakanı Muammer Güler, Cemil Çiçek, Japonya Başbakanı Abe(soyadı ilgimi çekti) Somali Başbakanı Hasan Şeyh Mahmud, Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez. Yapılan dualarla kurdela kesildi.

Abdül Hamit projeyi çizdirmiş, Abdül Mecit istemiş, Seksen yedi, doksan bir yıllarında bir atak yapılmış, doksan dörtte bir atak daha yapılmış, en son dört Mayıs iki bin dörtte atağa geçilmiş… dokuz yıllık gayretli çalışmalarla dün, yirmi dokuz ekim,doksanıncı yıl cumhuriyet kutlamalarına, on üç kilometrelik deniz içinde babamın fil hortumunu uzatılmış halini gördük, bu hortumun dışında su var, içinden kafalar çıkacak her peronda… Keller bu tarafa, kel olmayanlar bu tarafa….

Üsküdar’da Ayrılık çeşmeden kalkan tren, denizin içine döşenmiş tüplerin içinden Sirkeciye dört dakikada ulaşıyor .Tüpler şehrin farklı yerlerinde toprak altında döşenerek, yer altından solucanlar gibi,kıvrılıp bükülerek ülkemizden başka ülkelere uzanacak… İpek yolu projesinin başka bir versiyonu olacak .Kara yolu yerine tren yolu…

Asrın projesi…deniliyor… Merak ettim, araştırdım, gerçekten asrın projesi mi diyerek… Evet bizim ülkemiz için asrımızın projesi.. Fakat dünyanın bir çok ülkesinde bundan daha büyük projelerin yıllar önce yapıldığını öğrendim. Japonya denizin iki yüz kırk metre altında, kilometrelerce uzunlukta bu projeyi çoook önce yapmış, Manş denizinde İngiltere’yi Fransa’ya bağlamışlar, çoook önce, Amerika Panama Kanalında bunu çoook önce yapmışlar… Fazla yaygaraya gerek yok… Ummacık olmayalım diyorum… ”Atı alan Üsküdar’ı geçmiş” sözünü düşündüm, başka ülkeler, bu sözü çoktan yaşamışlar…

İnci gerdanlığımız, marmaramız, seninde ünüğünü sonunda deldiler… Bir gün yine ünüğünü delerlerse, keşke şeffaf tüpler döşeseler, tüpün içinden yürüyerek gidebilsek, içinde yüzen balıkları, bitkilerini ve daha nice merak ettiklerimizi seyredebilsek… Hayal edelim, elbet birileri hayal eder, birileri yapar, birileri yaşar… Olmaz olmaz demeyelim,  olur olur bal gibi olur şarkısını söyleyelim.

Her şey güzel olacak. Emeği geçen nice bilmediğimiz, görünmeyen kahramanlar var bu işlerde, minnet ve teşekkürler hepsine. Yıllar sonra unutulacaklar, eserlerini birileri kullanacak. Söz uçar, eserler kalır…

 

Paylaşmak güzeldir